National Interest: İsrail, ABD’nin gayriresmî eyaleti mi?

img
National Interest: İsrail, ABD’nin gayriresmî eyaleti mi? YDH

National Interest'e göre, İsrail bugün, büyük güç ilişkilerinde giderek tek taraflı bir bağımlılığa doğru evrildi; tüm stratejik tercihlerinin merkezi ABD’ye kilitlenmiş durumda. Hem de ABD hegemonyasının benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya olduğu kritik bir dönemde.




YDH- Amerikan dış politika dergisi National Interest, “İsrail gerçekten egemen bir devlet mi, yoksa fiilen Washington’ın gayriresmî bir eyaleti gibi mi konumlanıyor?” sorusunu merkeze aldığı analizinde, Tel Aviv’in ABD’ye yönelik askerî, diplomatik ve stratejik bağımlılığının kritik eşiği aşarak artık klasik bir “müttefiklik”ten ziyade “imparatorluk–eyalet dinamiğine” dönüştüğünü vurguluyor.,

İsrail’in askerî operasyonlarınun artık en azından zımni Amerikan onayı olmadan gerçekleştirilemediğine dikkat çeken dergi, İran’ın nükleer tesislerine yönelik olası saldırılardan, Arap devletleriyle normalleşme girişimlerine kadar büyük dış politika adımlarının Washington’la sıkı koordinasyon halinde —hatta kimi zaman Washington tarafından planlanarak— yürütüldüğünü vurguluyor. 

İsrail’in ABD’den aldığı yıllık yaklaşık 3,8 milyar dolarlık askeri yardımı ve savunma sanayisindeki derin entegrasyonunu analiz eden National Interest, İsrail’in savunma tedarik kararlarının giderek Washington’un etkisi ve yönlendirmesi altında şekillendiğine dikkat çekiyor.

İsrail’in karşı karşıya olduğu bağımlılık yalnızca finansal yardımla sınırlı kalmıyor; uluslararası arenadaki diplomatik yalnızlığını neredeyse tamamen Amerikan koruması dengeliyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne kadar çeşitli çok taraflı kurumlarda, İsrail’in maruz kaldığı kınama ve yaptırımlara karşı ABD’nin veto gücü, diplomatik baskısı ve koruyucu şemsiyesi hayati önem taşıyor.

National Interest, bu destek olmadan, İsrail’in uluslararası hareket alanının büyük ölçüde kısıtlanarak ciddi bir izolasyonla karşı karşıya kalacağını belirtiyor.

Öte yandan, işgal varlığı bağımsız hareket etmeye çalıştığında ise, örneğin yerleşim genişletme politikaları veya Çin’e silah satışı girişimleri gibi alanlarda, Amerikan baskısı belirleyici oluyor ve İsrail geri adım atmak zorunda kalıyor. Bu durum, İsrail tarihindeki önceki dönemlerden köklü bir kopuşa işaret ediyor.

National Interest, İsrail ile ABD arasındaki ilişkinin resmi söylemde “eşit ortaklık” olarak sunulsa da, gerçekte derin bir hiyerarşi ve bağımlılık içerdiğini vurguluyor. İsrailli yetkililerin ABD’nin “dostluğu” ve “desteği”ni ulusal hayatta kalmanın şartı olarak görmesi, bu ilişkinin müşterek değil, tamamen bağımlılık temelli olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yarı-imparatorluk ilişkisinin, ana akım söylemde nadiren dile getirilen maliyetler doğurduğunu açıklayan National Interest, İsrail'i 'müşteri devlet' olarak niteleyerek bu devletin eylemlerinin sonuçlarından korunacağını bildiğinde, uluslararası ilişkilerde “güvencesiz” hareket etmenin getirdiği disiplin duygusunu yitireceğini açıklıyor.

Bu durumun birinci maliyeti, uluslararası sistemin giderek daha çok kutuplu hâle geldiği bir dönemde İsrail’in diplomatik esnekliğini sınırlıyor. 

Çin, Hindistan ve bölgesel aktörler gibi yükselen güçlere kıyasla Amerikan etkisi göreceli olarak azalırken, İsrail bu yeni güç merkezleriyle ilişkilerini geliştirme konusunda kısıtlanıyor. 

Washington’ın İsrail’in Çin’e teknoloji transferine dair kaygıları veya Rusya karşısında İsrail’in tarafsızlığına yönelik tepkileri, eyaletleşmiş bir statünün bağımsız dış politikayı nasıl daralttığını gösteriyor.

İkincisi, koşulsuz Amerikan desteği İsrail’in devlet sanatını (statecraft) zayıflatıyor. 

Batı Şeria’daki yerleşimler, yüksek sivil kayıplara yol açan askeri operasyonlar ve diplomatik girişimlerin reddi, hep Amerikan korumasının kazanılmış değil varsayılmış olduğu bir bağlamda gerçekleşiyor.

Üçüncüsü, bu ilişki Amerikan dış politikası için de bir “ahlaki tehlike” yaratıyor. ABD, İsrail’in pozisyonlarına koşulsuz desteği nedeniyle Orta Doğu’daki diplomatik kaldıraç gücünü zayıflatıyor. Arap ve çoğunluğu Müslüman ülkeler Washington’ı tarafsız bir arabulucu olarak değil, İsrail’in avukatı ve hamisi olarak görüyor. 

Bu algı, özellikle derin dönüşüm geçiren bir bölgede hassas diplomasinin en çok ihtiyaç duyulduğu bir dönemde Amerikan çıkarlarına zarar veriyor ve Amerikan etkisini azaltıyor.

National Interest'in analizi şu saptamalarla devam ediyor:

''Belki de en kaygı verici olan, bir imparatorluk gerileme dönemine girdiğinde müşteri devletlerin başına ne geldiği sorusudur. Amerikan göreceli çöküşü artık bir varsayım değil, gözlemlenebilir bir gerçeklik. Irak ve Afganistan’daki aşırı askeri yüklenme, 2008 finansal krizi ve sonrasındaki etkileri, Çin’in eş düzey bir rakip olarak yükselişi ve Washington’daki artan siyasi işlevsizlik, ABD’nin uzak coğrafyalardaki taahhütleri sürdürme kapasitesinin azaldığını gösteriyor. Peki imparatorluk geri çekildiğinde eyaletlere ne olur? Tarih bize, müşteri devletlerin çoğu zaman terk edildiğini veya daha kötüsü, büyük güç rekabetinin ortasında sıkışıp kaldığını gösteriyor. Amerikan gücüyle kurulan tek eşli ilişki, ABD hegemonyasının artık garanti olmadığı bir dünyada İsrail için giderek daha riskli görünüyor.''

Son olarak, National Interest dergisi, İsrail’in ABD ile bağlarını koparmak yerine çok kutuplu bir dünyada stratejik özerkliğini yeniden tesis etmesi gerektiğini vurguluyor. İbrahim Anlaşmaları ve bölgesel işbirliklerinin, İsrail’in ABD’ye olan bağımlılığını azaltarak daha bağımsız ve çeşitlendirilmiş bir dış politika geliştirme potansiyelinin işaretlerini taşıdığına dikkat çekiyor.



Makaleler

Güncel