Netanyahu’nun 'vazgeçilmez lider' söyleminin arkasındaki strateji

img
Netanyahu’nun 'vazgeçilmez lider' söyleminin arkasındaki strateji YDH

''Yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarıyla yargılanan, hatta iş adamlarıyla çıkar sağlamak için konumunu kullandığı iddia edilen kişi, şimdi iktidardan uzak kalmasının İsrail’in yolunu kaybetmesine neden olacağını öne sürüyor. Talebin örtük mesajı şudur: "Beni kurtarmazsanız, devlet ağır bir bedel ödeyecek.'''




YDH- El-Ahbar yazarlarından Yahya Dabbuk, Netanyahu’nun Cumhurbaşkanı Herzog’a sunduğu af talebinin İsrail iç siyasetindeki yansımalarına ve hukukun üstünlüğü açısından taşıdığı tehlikelere odaklandığı yazısında, talebin sadece hukuki bir süreç olmayıp aynı zamanda karmaşık siyasi ve jeopolitik dinamiklerin ürünü olduğunu vurguluyor. Netanyahu’nun af talebini İsrail'in sözde demokrasi ve siyasi sisteminde yaratacağı kırılmalar ışığında analiz eden Dabbuk, hukuki, siyasi ve bölgesel perspektiflerin iç içe geçtiği karmaşık bir kriz tablosu çiziyor.

İsrail iç siyasetindeki gelişmeler, Başbakan Benyamin Netanyahu'nun Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’a eşi benzeri görülmemiş bir af talebi sunmasının ardından hızla şekilleniyor.

Netanyahu, kendisine yöneltilen suçlamalardan af talep ediyor; bu talep, herhangi bir suç ikrarına veya mahkeme kararına dayanmadığı için sadece hukuki bir prosedür olmanın ötesinde, açık ve net bir siyasi mesaj niteliği taşıyor.

Netanyahu zor durumda olduğunu belirtiyor ve "devlet için elzem ve vazgeçilmez" olduğunu iddia ederek davadan bir çıkış yolu arıyor. Avukatının muhtırasına göre, affın resmi gerekçesi başbakanın "ulusal yükümlülükleri nedeniyle davaya gereken zamanı ayıramaması" ve iktidarda kalmaya devam etmesinin ulusal güvenliğin sağlanması, diplomatik müzakerelerin sürdürülmesi ve hatta "İsrail’i kaostan kurtarmak" için vazgeçilmez olduğu yönünde.

Burada yatan büyük ironi şudur: Yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarıyla yargılanan, hatta iş adamlarıyla çıkar sağlamak için konumunu kullandığı iddia edilen kişi, şimdi iktidardan uzak kalmasının İsrail’in yolunu kaybetmesine neden olacağını öne sürüyor.

Netanyahu’nun af talebi, hukuki süreçlerde bir çıkmaza işaret ediyor; zira yargılanmasının siyasi kariyerini sonlandırma ve hatta hapisle sonuçlanma ihtimali söz konusu. Ancak şu anda İsraillilerin esas gündemi bu değil.

Asıl tartışma, talebin hukukun üstünlüğünü savunduğunu iddia eden bir devlette temel bir ilkeden—her ne kadar göreceli olsa da—sapma riski taşıması üzerinde dönüyor: Geleneksel ve görece af, ancak kesin bir mahkûmiyetin ardından, yani yargılama süreci tamamlanıp sonuçlandıktan sonra verilir.

Burada belirtmekte fayda var ki, tek istisna, mevcut başbakanın babası Cumhurbaşkanı Chaim Herzog’un 1986’da, teslim olduktan sonra Filistinli tutukluların soğukkanlılıkla öldürüldüğünü itiraf eden üst düzey Şin Bet yetkililerine erken af çıkardığı "Otobüs 300" olayıdır.

Bu olay, devletin o dönemde "demokratik imajını" zedeleyen bir skandaldan kurtulması amacıyla siyasi bir anlaşmanın parçası olarak gerçekleştirilmiş; suçların açıkça kabul edilmesi ve affedilen kişilerin görevlerinden ayrılması sağlanmıştı.

Günümüzde ise bu gerekçelerin hiçbirisi geçerli değil; bunun yerine, kişisel çıkarların devlet çıkarlarının önüne konulduğu gerekçeler öne sürülüyor. Bir zamanlar Tel Aviv’in imajına yıkıcı bir istisna olarak görülen "Otobüs 300" olayı, bugün İsrail’de kurumların ve kamuoyunun herhangi bir endişesi olmaksızın günlük olarak yaşanıyor.

Bu çarpıcı çelişkiyi göz önünde bulunduran hukuk uzmanları, Netanyahu’nun talebini "af kisvesi altında şantaj" olarak tanımlıyor; çünkü talebin örtük mesajı şudur: "Beni kurtarmazsanız, devlet ağır bir bedel ödeyecek." Bu bedel, güvenlik istikrarsızlığı, siyasi boşluk ve daha geniş toplumsal ayrışma olarak kendini gösterecektir.

Durumu daha da karmaşık hale getiren ise kritik bir dış aktörün devreye girmesi: ABD Başkanı Donald Trump. Netanyahu’nun yakın çevresinden sızan bilgiler ve İsrailli analistlerin yazdıkları, af talebinin sadece iç hesaplardan kaynaklanmadığını; Trump’ın Herzog’a doğrudan Netanyahu’ya af dilemesi yönündeki açık mesajının da bunda etkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, Trump’ın jeopolitik vizyonu bağlamında anlaşılabilir.

Bu vizyon, Netanyahu’yu, özellikle İran, Suudi Arabistan ile normalleşme süreci, Filistin meselesinin geleceği ve genel olarak Amerikan çıkarları açısından; özelde ise Trump’ın çıkarları açısından temel bir dönüşüm geçirdiğine inandığı bölgede vazgeçilmez bir stratejik ortak olarak konumlandırıyor.

Ancak Herzog bu talebi değerlendirmeyi kabul etse bile—ki bu kesin olmaktan uzaktır—beklenen senaryo sert siyasi uzlaşmalarla dolu olacak. Cumhurbaşkanına yakın kaynaklar, olası bir affın şartlı olacağını belirtiyor: Ya davalardan birinde kısmi suç kabulü (örneğin "1000. Dava"daki rüşvet davası gibi), ya Netanyahu’nun yargı karşıtı yasama politikalarından bazılarını terk etmesi; hatta aşırı sağı tecrit edecek bir siyasi yol haritasını kabul etmesi koşulları gündeme gelebilir.

Ancak "siyasi zulüm" söylemiyle ve "İsrail Devleti"nin iktidarının devamına olan ihtiyacını vurgulayan başbakan, böyle bir bedeli ciddi siyasi ve varoluşsal sonuçlar yaşamadan ödemekte zorlanacaktır.

Dolayısıyla, İsrail gerçekliği yalnızca bu kurumun hem yurt dışında hem de yurt içinde yürüttüğü ve hiçbiri çözüme kavuşmamış savaşlar nedeniyle değil; aynı zamanda iç anlaşmazlıkları yönetme konusundaki giderek artan yetersizliği nedeniyle de giderek karmaşıklaşıyor.

Bölünme artık geçici bir siyasi anlaşmazlıktan çıkmış, yönetim ve yargı sistemlerinin temel ilkelerinde bile uzlaşma yeteneğini tehdit eden varoluşsal bir uçuruma dönüşmüştür. Bu nedenle, Netanyahu’nun af talebi mahkeme salonlarında tartışılacak veya medyada yorumlanacak sıradan bir olay değil; yalnızca Netanyahu’nun kaderini değil, önümüzdeki yıllarda İsrail siyasi sisteminin karakterini de belirleyecek kritik bir dönemeçtir.

Dışarıdan bakıldığında, ilk izlenimlerin aksine, böyle bir kriz Netanyahu ve koalisyonunu zayıflatmayacak; işgal altındaki Filistin toprakları ve ötesinde askeri ve güvenlik çatışmalarında itidal göstermeye zorlamayacaktır.

Aksine, iktidarda kalmanın "zorunluluğunu" göstermek amacıyla sürekli bir dış tırmanışa doğru itici bir güç oluşturabilir. Asıl tehlike burada yatmaktadır; özellikle son iki yılın deneyimi, bu tırmanışın yalnızca ulusal güvenlik perspektifinden değil, aynı zamanda vazgeçilmez "vazgeçilmez lider"in siyasi hayatta kalma hesaplarına da dayandığını göstermiştir.

Çeviri: YDH

İlgili Haberler


Makaleler

Güncel