"Hizbullah içindeki sessizlik çemberi giderek genişledi; Parti mevcut aşamada genel bir belirsizlikten mutlak bir bilinmezliğe geçiş yaptı."
YDH - Hizbullah, üst düzey bir komutanının suikasta kurban gitmesinin ardından, istihbarat savaşlarının gölgesinde yeni bir güvenlik ve yapılanma sürecinden geçiyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'in değerlendirmesine göre parti, içeride ABD ve Suudi Arabistan destekli siyasi rakiplerinin İsrail ile normalleşme çabalarına karşı itidalli bir duruş sergilerken, benimsediği mutlak gizlilik stratejisi hem düşmanı şaşırtıyor hem de kendi tabanında baskı yaratıyor. Yaklaşan genel seçimler öncesinde ittifakları engellemeye yönelik dış baskılar artarken, Hizbullah halk desteğinden emin olsa da iç politikadaki yol haritasını henüz netleştirmiş değil.
İslami Direniş’in komutanı Seyyid Ebu Ali et-Tabatabai’nin şehit edilmesi, Hizbullah içinde sıradan bir olay değildi.
Düşmanın ona nasıl ulaştığını araştırmak, düşmanın küresel istihbarat servislerinin çabalarından yararlandığı gerçeği ışığında, mevcut çalışma mekanizmalarında belirleyici bir etken değil. Bu durum, Parti’yi yeni dönemle birlikte yaşamaya ve sadece bireyler düzeyinde değil, lider kadrosundan da şehitler verilebileceği ihtimalini daima göz önünde bulundurmaya zorluyor.
Görünen tarafta Parti, Lübnan’da dikkatleri asıl sorun olan işgalden başka yöne çekmek isteyenlerin varlığının bilinciyle, kendini iç çatışmaya sürüklenmekten alıkoymayı sürdürüyor.
Ancak Parti’nin içerideki tüm baskıları göğüslemesi her zaman mümkün olmayabilir; özellikle de devlet kurumları içinde ABD ve Suudi Arabistan’ın taleplerini karşılamaya çalışan etkili siyasi güçlerin varlığı ortaya çıktıktan ve İsrail müttefiklerinin ilişkilerini ifşa etme eğilimi arttıktan sonra.
Düşmanla normalleşme yönünde bugün bireysel veya fevri görünen davranışlar, Washington ile işbirliği içinde normalleşmeyi pekiştirmeyi, hatta düşmanla iletişimi suç sayan yasaları değiştirmeyi hedefleyen güçlerin eylem planının bir parçası haline geldi.
Normalleşme sürecinde ileri gitmeye istekli görünenler iki sınıfa ayrılıyor: Yaptıklarına ikna olanlar ve ülke yönetimi kendi görüşlerine göre kendilerine bırakılırsa Hizbullah ile savaşmaya hazır oldukları mesajını ABD’ye iletmeye çalışanlar.
Fakat bu kişilerin yaklaşımındaki yeni unsur, bu gidişata karşı ciddi bir halk direnişi veya siyasi direniş olmadığına dair inançları.
Tahminlerini, işgalci rejim yetkilileriyle ABD’de yapılan açık görüşmelere gelen tepkileri izlemeye veya Antun Sahnavi örneğinde olduğu gibi, medya kuruluşlarını İsrailli yetkilileri ağırlamaya teşvik etmeye dayandırıyorlar.
Böylece, eylemlerinin fiili bir karşılık görmeyeceği sonucuna varıyorlar ve bu durum, normalleşmeyi kamuoyu bilincinde olağan bir gerçekliğe dönüştürmeyi hedefleyen adımlarını sıklaştırmalarına neden oluyor.
Bu tablo, Hizbullah’ı büyük sınamalarla karşı karşıya bırakıyor ancak bu yük sadece onun omuzlarında değil; işgale direnme fikrine ve normalleşmeye karşı duruşa inanan herkesi kapsıyor.
Ne yazık ki, bu bağlamda etkin bir siyasi hareketlilik belirtisi göze çarpmıyor. Yargı ise siyasi otoritenin nüfuzu altında kalarak tarihî krizini yaşıyor ve siyasi erk, günümüzde normalleşme sürecinin barındırdığı gerçek tehlikenin farkında görünmüyor.
Ancak Lübnan’ın dış kaynaklı olarak yüzleştiği gerçekler, düşmanın içeride yürüttüğü faaliyetlerle tamamen örtüşmüyor; düşman Lübnan’daki siyasi faaliyetlere ilgi gösterse de, daimi odağında Direniş, lider kadrosu ve mensupları yer alıyor.
Zira düşman son derece gelişmiş güvenlik programlarına sahip ve hedefi sadece savaşın durmasından bu yana Hizbullah’ın ne yaptığını izlemek değil, daha da ötesinde, Parti’nin gelecek dönem için ne düşündüğünü takip etmek.
Bu durumda belirsizlik hali hafife alınacak bir mesele değil. Hizbullah liderleriyle teması olan herkes biliyor ki, uzun aylardır Parti’nin savaş sonrası faaliyetleri hakkında doyurucu yanıtlar veya ciddi bilgiler almak mümkün olmuyor.
Gönül rahatlığıyla söylenebilir ki, Lübnan’daki herhangi bir gazetecinin Parti’nin faaliyetlerine dair sunduğu hiçbir anlatıya inanmak mümkün değil.
Mesele bu gazetecinin güvenilirliği veya Parti liderleriyle ilişkisinin seviyesi değil, son derece sıkı bir gizlilik politikasıyla ilişkili.
İsrail’in Şehit Tabatabai gibi üst düzey bir komutana ulaşması, olayların gazetecilerin ve politikacıların ne olup bittiğini bileceği kadar ifşa olduğu anlamına gelmiyor.
Fakat çatışmanın genel seyri, Parti’yi belirgin bir psikolojik baskı altına alıyor. Düşmanın son iki yılda ağır darbeler indirmedeki başarısı ve Parti’nin yürüttüğü soruşturma sonuçlarını açıklamaması, düşmanın olayların akışına hakim taraf olduğu yönünde yerleştirmeye çalıştığı anlatıyı derinleştiriyor.
Bununla birlikte herkes biliyor ki, detaylı bilgiye ihtiyaç duymaksızın, denklemin sözlerle veya vaatlerle değil, düşmanı saldırgan politikalarından geri adım atmaya mecbur bırakacak fiili eylemlerle değişeceği aşikar.
Buradan hareketle İsrail, kendisini yalnızca Direniş’in kapasitesini yeniden inşa etme çabalarını engellemekle değil, aynı zamanda inisiyatif ve baskın yeteneğini daima elinde tutmakla da yükümlü görüyor.
Buna karşılık, Hizbullah içindeki sessizlik çemberinin giderek genişlediği görülüyor; Parti mevcut aşamada genel bir belirsizlikten mutlak bir bilinmezliğe geçiş yaptı.
Eğer bu durum gerçekten mevcutsa, düşman için işleri daha da karmaşık hale getirecek ancak aynı zamanda halk üzerindeki baskıyı da artırıyor.
Özellikle Parti tabanı, dengenin düşmanı caydırmadan sağlanamayacağını biliyor ancak iç baskının her geçen gün şiddetlendiğini hissediyor ve bu durum artık acil bir müdahaleyi zorunlu kılıyor.
Yine de Hizbullah’ın iç politikadaki yönelimlerinde köklü bir değişim beklemek mantıklı değil. Bunu açıklamak için hükümet dosyasına bakılabilir; Parti hükümeti bir müttefik veya yardımcı değil, bilakis bir hasım veya zararlı unsur olarak görüyor.
Buna rağmen, bu durum onu şu aşamada hükümeti terk etmeye itmiyor. Bunun birçok sebebi ve büyük sonuçları var; özellikle de önümüzdeki mayıs ayında yapılması planlanan genel seçimlere ilişkin nihai karar aşamasının yaklaşmasıyla birlikte.
Bu süreç, Hizbullah’ın çeşitli siyasi güçler ve şahsiyetlerle kuracağı ittifakların gerçek yüzünü ortaya çıkaracak bir fırsat teşkil edecek.
Seçimlerle bağlantılı iç sınama ise oldukça büyük; ABD ve Suudi Arabistan, Hizbullah ile ittifak veya seçim işbirliği yapabilecek herhangi bir şahsiyeti engellemek amacıyla baskılarını her geçen gün artırıyor.
Bu baskı şu sıralar Meclis Başkanı Nebih Berri ile ilişkili Şii şahsiyetler üzerinde yoğunlaşıyor ve bu da Parti’nin alabileceği kararlara dair belirsizliği artırıyor.
Hizbullah, doğrudan halk desteğinin sarsılmaz olduğunu biliyor ve kendisine ayrılan milletvekili sandalyeleri konusunda herhangi bir endişe duymuyor; ancak mevcut belirsizlik, Parti’nin iç meselelerdeki yönelimini netleştiren yeni bir yol haritası sunmamış ve gelecek meclise bakışına dair kapsamlı bir yanıt vermemiş olmasından kaynaklanıyor.
Çeviri: YDH