ABD'den 'sahaları birleştirme' teklifi

img
ABD'den 'sahaları birleştirme' teklifi YDH

"Başlığı 'silahsızlandırmanın yeniden tanımlanması' olan yeni, Trump tarzı bir Amerikan 'pragmatizmi' kayda geçiyor."




YDH - ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın İsrail ziyareti, medyadaki abartılı "dayatma" iddialarının aksine, Trump-Netanyahu görüşmesi öncesi nabız yoklamayı ve bölgesel dengeleri gözetmeyi amaçlıyor. El-Ahbar yazarı Yahya Dabbuk'un değerlendirmesine göre Trump yönetimi, Gazze, Lübnan ve Suriye’yi birbirinden bağımsız dosyalar değil, Batı Asya’nın güvenliği için tek bir stratejik paket olarak ele alırken, "silahsızlandırma" kavramını sahadaki gerçekler ışığında "silahın kullanımını engelleme" olarak pragmatik bir şekilde yeniden tanımlıyor.

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın dün İsrail’e gerçekleştirdiği ziyaret, "hassas ve derin anlamlarla yüklü" gibi iddialı ifadelerle nitelendirildi.

Hatta İbrani medyasındaki bazı çevreler durumu daha da ileri götürerek ziyareti bir "tehdit ve uyarı mesajı" olarak değerlendirdi ve bunu Gazze, Lübnan ve Suriye olmak üzere eş zamanlı üç cepheyi kapsayan hazır bir planın İsrail’e "dayatılması" yolunda atılan ilk adım şeklinde yorumlayacak kadar abarttı.

Ancak bu mübalağaların aksine, Barrack’ın ziyareti, ABD’li yetkililerin İsrail’e yaptığı çoğu ziyaret gibi, dikte etmekten ziyade nabız yoklamayı hedefliyor gibi görünüyor.

Bazı medya organları, Başkanlık Temsilcisi’nin Tel Aviv’e, oradaki yetkililere "ya kabul edin ya reddedin" tarzında sunacağı nihai bir belgeyle gittiği izlenimini uyandırsa da fiiliyatta yaşanan durum farklı görünüyor:

Fikirler ortaya atılarak İsrail liderliğinin tutumu ölçülüyor, kırmızı çizgilerin nerede olduğu, nerede müzakere ve manevra yapılabileceği ve nerede "baskı" uygulanabileceği araştırılıyor.

Bu yöntem, hiçbir şekilde "güç ve dayatma diplomasisi" çerçevesine değil, sahadaki güç dengelerine uyum sağlama ve müttefike özel bir bakış açısı geliştirme diplomasisine giriyor.

Ayrıca "istişari" olarak tanımlanabilecek bu ziyaret, ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında bu ayın sonunda gerçekleşecek kritik görüşme için zemin hazırlamayı amaçlıyor.

Fakat istişari niteliğine rağmen ziyaret, Trump yönetiminin Gazze, Lübnan veya Suriye’ye artık ayrı dosyalar olarak bakmadığını, aksine bunları daha geniş bir bölgesel vizyon dahilinde tek bir sistem olarak ele aldığını gösteren derin stratejik anlamlar taşıyor.

Böylece hedef sadece "Gazze meselesini çözmekle" sınırlı kalmayıp, Batı Asya’daki güvenlik tablosunu bütünüyle yeniden düzenlemeye, bölgedeki Amerikan karşıtı tarafları zayıflatmaya ve Washington’ın çıkarlarına hizmet edecek sürdürülebilir uzlaşıları perçinlemeye uzanıyor.

Bu noktadan hareketle, Gazze’de uzlaşının sabitlenmesine yönelik her türlü ilerleme, ateşkes planının ikinci aşamasına geçilmesi, Lübnan’daki durumun kontrolsüz bir tırmanışa yol açmayacak şekilde zapt edilmesi ve Suriye ile İsrail arasında ABD’nin arzuladığı uzlaşının yolunun yapılması...

Tüm bunlar, ABD’nin geniş kapsamlı bölgesel vizyonunun ayrılmaz bir parçası sayılıyor.

Bu bağlamda, başlığı "silahsızlandırmanın yeniden tanımlanması" olan yeni, Trump tarzı bir Amerikan "pragmatizmi" kayda geçiyor.

Barrack başta olmak üzere ABD’li yetkililer, mevcut koşullarda Hamas veya Hizbullah’ı askeri olarak dağıtmanın gerçekçi olmadığını artık kavrıyor. Bu arka plan ışığında odak noktası "silahı yok etmekten", "kullanımını engellemeye" kaydı.

Bu formül, her ne kadar muğlak görünse de gerçeğin karmaşıklığını kabul ediyor ve her iki sahada da silah kullanma kapasitesini sınırlayacak katı caydırıcılık ve denetim mekanizmaları inşa etmeyi hedefliyor.

Yukarıda belirtilenler ışığında ABD, sadece Hizbullah ve Hamas’ın değil, tersine de olsa baskıya maruz kalan tarafın kendisi olduğu bir görüntü çiziyor; zira en üst düzeyde tehdit ve korkutma politikası uyguladıktan sonra, karşı taraf taleplerine boyun eğmediğinde tehdidini fiilen uygulamaya geçmiyor, aksine korkutma politikasından umduğunu bulamasa bile bu reddin sonuçlarını sindirme ve duruma uyum sağlama yoluna gidiyor.

Tel Aviv açısından bakıldığında, böylesi bir yaklaşım, özellikle Gazze sahasında, ateşkes planının ikinci aşamasını, bilhassa da uluslararası gücün konuşlandırılması ve İsrail’in Gazze’nin yarısından çekilmesi ile Hamas’ın silahsızlandırılmasının etkinliği arasında kurulan bağı olumsuz etkileyecektir.

Zira iki sürecin birbirinden ayrılması, işgalci rejimin "Sarı Hat"tın doğusunda doğrudan kontrol ettiği bölgelerden çekilmeyi reddetmesine yol açacaktır; oysa bu çekilme olmadan Amerika’nın uluslararası gücü devreye sokması mümkün görünmüyor.

Ne var ki bu türden bir anlaşmazlık, konumu ne kadar yüksek olursa olsun bir ABD temsilcisi aracılığıyla çözülecek gibi durmuyor; görünen o ki çözüm, Netanyahu’nun beklenen ABD ziyaretini bekliyor.

Suriye dosyasına gelince; Barrack’ın ziyaretinde bu dosyanın ağırlığı diğerlerinden aşağı kalmıyor, hatta belki de onların önüne geçiyor.

ABD Temsilcisi bu konuda net bir mesaj taşıyor: Yönetim, Suriye’nin bölgesel denklemden koparılmasını reddediyor ve Ahmed eş-Şaraa başkanlığındaki yeni rejimin istikrarını, gelecekteki herhangi bir uzlaşının temel unsuru olarak görüyor.

Nitekim yönetim, İsrail’in Suriye’nin güneyine yönelik tekrarlanan sızmalarından duyduğu "endişeyi", Suriye devletini istikrara kavuşturma çabalarını baltalama riski nedeniyle birden fazla kez dile getirmişti.

Anlaşmazlığın özü tam da burada yatıyor: Washington, eş-Şaraa’yı istikrarın bir ortağı olarak görürken, İsrail bu rejimin Suriye sınırları boyunca tehditleri engelleme konusunda hâlâ yetersiz -hatta isteksiz- olduğunu düşünüyor ve bu durum, İsrail’in bakış açısına göre "önleyici operasyonların" devamını meşrulaştırıyor.

Çeviri: YDH