''Haritalar çizebilir, mekânlar tasarlayabilir, duvarlar inşa edebilirsiniz. Ancak kendisine haritada bir “boşluk” olarak muamele edilmesini reddeden bir halkın iradesini mühendislikle tasarlayamazsınız.''
YDH- El-Ahbar yazarlarından İştar Hayfa, Gazze’ye ilişkin “savaş sonrası düzen” adı altında sunulan uluslararası planın gerçek niteliğini tartıştığı yazısında, 2803 sayılı kararın bir barış ya da yeniden inşa projesi değil; işgal gerçeğine dokunmadan, Filistin’i kalıcı biçimde yönetilebilir bir siyasal boşluğa hapsetmeyi amaçlayan yapısal bir kontrol modeli olduğunu vurguladı.
Gazze’nin yıkıntıları üzerinde, yangınların dumanı henüz dağılmamışken, Birleşmiş Milletler’in 2803 sayılı kararı uluslararası topluma sunuluyor. Karar, savaş sonrasına dair bir yol haritası olarak pazarlanıyor; sakin, ölçülü ve diplomatik bir dille kaleme alınmış.
İlk bakışta, savaşın geride bıraktığı idari boşluğu doldurmayı amaçlayan teknik bir düzenleme, harap olmuş bir coğrafyanın “yönetimi” için hazırlanmış rasyonel bir plan izlenimi veriyor.
Ancak Gazze’de yaşayanların gözünden okunduğunda, egemenliğe giden bir yol değil; yıkımın üzerine inşa edilmek istenen daha karmaşık, daha örtük ve daha kalıcı bir kontrol rejiminin taslağı olarak beliriyor.
Bugün tanık olduğumuz şey, Filistin’i bir “çözüm” meselesi olarak değil, yönetilmesi gereken kronik bir sorun olarak ele alan on yıllardır süren uluslararası yaklaşımın kurumsallaşmasıdır. Bu yeni tasarıyı en doğru biçimde tanımlayan kavram “boşluğun mühendisliği”dir.
Mantığı yalındır: Çatışmanın özüne —işgal gerçeğine ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına— dokunmak yerine, kasıtlı bir siyasi ve güvenlik boşluğu yaratılır.
Gazze egemenlikten arındırılır; Filistinliler, işgalin başlangıcından bu yana sahip oldukları sınırlı ama anlamlı tek egemenlik modelinden dahi mahrum bırakılır. Uluslararası aktörler gündelik idari ayrıntıları yönetmekle görevlendirilirken, gerçek iktidar alanları —sınırlar, güvenlik mimarisi ve ekonomi— bu boşluğu baştan üretenlerin elinde kalır.
Dışarıdan bakıldığında bir “barış projesi” gibi sunulan bu çerçeve, özünde bir tahakküm ve denetim projesidir. Bu nedenle, karar metninin maddelerini tek tek okumak yeterli değildir. Asıl yapılması gereken, bu planın mimarisini çözümlemek; onu tasarlayan aktörleri, uygulama araçlarını ve sahadaki insanî gerçeklikle kurduğu sert çelişkiyi açığa çıkarmaktır.
Her mühendislik projesinin bir mimarı ve ondan fayda sağlayan bir yüklenicisi vardır. “Boşluğun mühendisliği” olarak adlandırılabilecek bu girişimde roller son derece nettir:
Washington (mimar): Mekanizmayı uzaktan tasarlar. Amerika Birleşik Devletleri, müttefiki İsrail üzerinde gerçek ve bağlayıcı bir baskı kurmayı gerektireceği için sahici bir çözüm istemez; aynı zamanda bölgesel çıkarlarını tehdit edecek kontrolsüz bir patlamayı da göze alamaz.
Bu nedenle Washington açısından ideal sonuç, yönetilebilir bir istikrarsızlıktır. Uluslararası güçler, koşullu yeniden yapılanma programları ve geçici idari düzenlemeler; işgalin temel yapısına dokunmadan gerilimi düşürmeyi ve ABD’ye “savaşı durduran aktör” imajı kazandırmayı hedefleyen bir tasarımın parçalarıdır.
İsrail (yüklenici ve asli yararlanıcı): Projenin sahadaki uygulayıcısı ve fiilî kazananıdır. İsrail, kendi içinde derin bir çelişkiyle karşı karşıyadır. Ben-Gvir ve Smotrich çizgisindeki aşırı sağ, açık işgal ve doğrudan ilhak isterken; güvenlik bürokrasisi bunun askerî, hukuki ve ekonomik maliyetlerinin sürdürülemez olduğunu bilmektedir.
Yönetilen boşluk modeli, bu çelişkiyi çözen ideal bir formül sunar: İsrail, doğrudan yönetimin yükümlülüklerini üstlenmeden sınırlar, hava sahası ve geçiş noktaları üzerinde tam kontrol sağlar. Böylece hiçbir bedel ödemeden egemenlik benzeri bir güç kullanır ve işgali açıkça tanımlamadan sürdürme imkânı elde eder.
Bu proje soyut bir fikir değil, yeni bir gerçekliği dayatmayı amaçlayan somut bir inşa sürecidir. Bu sürecin üç temel sütunu öne çıkmaktadır:
Coğrafya (harita): Plan, Gazze’nin mekânsal bütünlüğünü yeniden tasarlamayı hedefler. Tampon bölgeler ve “sarı kareler” geçici güvenlik önlemleri değildir; Batı Şeria’da A, B ve C bölgeleriyle uygulanan Oslo modelinin Gazze’ye uyarlanmış hâlidir.
Amaç, tek bir toprak parçası üzerinde fiilen “iki Gazze” yaratmaktır: Yeniden yapılanmaya izin verilen dar bir “yaşanabilir Gazze” ve sınır boyunca ile Şerit’in iç kesimlerinde kalıcı askerî yasak bölgelere dönüştürülen geniş alanlardan oluşan “güvenlik kısıtlamalı Gazze”. Bu parçalanma, Gazze’nin yaşanabilir alanını sürekli daraltırken, bitişik ve egemen bir Filistin devletinden söz etmeyi fiilen imkânsızlaştırır.
Ekonomi (finans): Yeniden yapılanma, bu mühendisliğin en etkili kontrol araçlarından biridir. Çatışma sonrası ekonomilerde yardım hiçbir zaman tarafsız değildir. 2014 sonrası Gazze Yeniden Yapılanma Mekanizması’nın acı deneyimi, çimentoyu dahi İsrail güvenlik onayına bağlı bir meta hâline getirmişti; bugünkü plan bunun çok daha gelişmiş bir versiyonudur.
Fonlar, siyasi itaate bağlanacak; projeler, oyunun kurallarını kabul eden aktörlere dağıtılacak. BAE ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler, normalleşme gündemiyle uyumlu bir siyasi etki yaratmak için finansı bir kaldıraç olarak kullanacaktır. Dünya Bankası ve IMF ise kamu sektörünü küçültmeyi, Filistin ekonomisini İsrail sistemine entegre etmeyi ve kendi toplumuna değil bağışçılara bağımlı bir müteahhit sınıfı yaratmayı hedefleyen hazır reçetelerle sahaya inecektir.
Ortaya çıkması hedeflenen profil nettir: Hayatta kalmak karşılığında her türlü uzlaşmayı kabul etmeye zorlanan, tükenmiş ve siyasetsizleştirilmiş bir “yeni Filistinli”.
Meşruiyet (hukuk): Projenin en kritik dayanağı, gayrimeşru bir durumu meşrulaştırmak için uluslararası hukukun bir örtü olarak kullanılmasıdır. Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında konuşlandırılacak uluslararası bir güç, planın tamamına hukuki bir görünüm kazandırmayı amaçlar. Oysa uluslararası hukuk açısından, işgal altındaki topraklarda halkın özgür rızası olmadan konuşlanan her yabancı güç, işgalin başka bir biçimidir.
Bu bağlamda uluslararası güç, işgale alternatif değil; onun idari ortağı olarak sahaya girmektedir. Böylece hukuk, kurtuluşun değil, kontrolün aracına dönüştürülmektedir.
Bu mühendislik planı, kâğıt üzerinde İsrail ve müttefiklerinin hesaplarına kusursuz biçimde uyarlanmış gibi görünebilir. Ancak sahadaki temel gerçekliği —Filistin halkının toprağıyla kurduğu kopmaz bağı— sistematik biçimde göz ardı eder. Bu bağ, antlaşmalarla tanımlanmış ya da belgelerle düzenlenmiş değildir; hafızaya, deneyime ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir varoluş bilincine dayanır.
Tarihsel hafıza, Filistinlilerin ilk savunma hattıdır. Gazze, tarih boyunca boyun eğdirme girişimlerine direnmiş bir mekândır. 1967’den bu yana İsrail askeri yönetimi, yerleşimleri, toplu cezalandırmayı denedi; sonuçta 2005’te geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu geri çekilme, kırılmamış bir toplumu doğrudan kontrol edemediğinin itirafıydı. Bu tarih, geçmişte kalmış bir anlatı değil; bugünü anlamlandıran canlı bir referanstır.
Bu kolektif hafızadan beslenen tepkiler, mühendislik projesine verilen yanıtları da şekillendiriyor:
Direniş, planı silahsızlandırma ve teslim alma girişimi olarak görüyor; kapsamlı bir ulusal mutabakatın parçası olmayan her uluslararası gücü işgalin uzantısı sayıyor. Bu, projenin açık reddidir.
Filistin Yönetimi, varoluşsal bir ikilemle karşı karşıyadır: Bu boşluğun “Filistin yüzü” olmayı kabul ederek sembolik bir meşruiyet mi kazanacak, yoksa zaten zayıflamış olan toplumsal güvenilirliğinin son kırıntılarını da mı yitirecek? Yoksa reddederek tam bir siyasal izolasyonu mu göze alacak? Bu, plan içi manevra alanını temsil eder.
Gazze sokağı ise en yalın ama en sarsıcı soruları sorar. Mesele kararın hukuki meşruiyeti değildir: İnsanlar evlerine dönebilecek mi? Yeniden inşa edebilecek mi? Hasta çocuklar hastaneye ulaşabilecek mi? Sokak, bu planın karşısına ahlaki bir itiraz koyar; ölümün nasıl yönetileceğini değil, yaşamın nasıl mümkün kılınacağını sorar.
Sonuç olarak 2803 sayılı karar ve onu tamamlayan “boşluk mühendisliği” yaklaşımı, uluslararası düzenin temel bir hakikatiyle yüzleşmemizi sağlar: Dünya, Filistin’i hâlâ egemenlik hakkına sahip bir halk olarak değil, yönetilmesi gereken bir coğrafya olarak görmektedir.
Önerilen düzen, yıkılmış şehirlerin ve parçalanmış bir toplumun üzerinde karmaşık ama sürdürülebilir bir kontrol sistemi kurma girişimidir.
Ne var ki bu karmaşık planların tamamı, basit ve inatçı bir gerçekle çarpışmaktadır: Gazze bir boşluk değildir. Soykırım savaşının vahşeti ve işgalcinin uzlaşmazlığı, Filistin halkını teslim almamış; aksine daha kararlı kılmıştır.
Haritalar çizebilir, mekânlar tasarlayabilir, duvarlar inşa edebilirsiniz. Ancak kendisine haritada bir “boşluk” olarak muamele edilmesini reddeden bir halkın iradesini mühendislikle tasarlayamazsınız.
Çeviri: YDH