Palmira saldırısı, HTŞ'nin dönüş(e)mediğini ortaya koydu

img
Palmira saldırısı, HTŞ'nin dönüş(e)mediğini ortaya koydu YDH

''Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütü lideri Colani'nin Amerikalılarla ilişkilerinde çok ileri gittiği ve geri adım atmasının mümkün olmadığı görülüyor. Colani için asıl risk, ilk saldırının güvenlik güçlerinin aktif bir üyesi tarafından gerçekleştirilmiş olması nedeniyle, yönetiminin kırılganlığını ortaya koymasıdır.''




YDH- El-Ahbar yazarlarından Hüseyin İbrahim, Suriye'deki HTŞ rejiminin özellikle azınlıklar ve güneydeki İsrail tehdidi karşısında ciddi zorluklarla yüzleştiğini sorguladığı yazısında, son dönemde yaşanan saldırıların, rejimle ilişkili ama müzakere edilemeyen gruplar tarafından yapıldığını ve bu durumun yönetimin kontrol zafiyetini ortaya koyduğunu vurguluyor.

Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimi, özellikle azınlıklar ve güneydeki İsrail genişlemesi konusunda karşılaştığı büyük zorluklara rağmen, son günlerde yaşanan iki saldırı—biri Palmira'da üç Amerikan askerinin, diğeri İdlib'de Suriye güvenlik güçlerinden dört kişinin öldürülmesi—en tehlikeli tehditleri oluşturuyor.

Çünkü bu saldırılar, rejimle aynı çevreye bağlı gruplar tarafından düzenlendi; bu gruplar, azınlıklar gibi izole edilemiyor ya da İsrail düşmanıyla olduğu gibi müzakere edilemiyor.

HTŞ lideri Colani için asıl risk, özellikle ilk saldırının güvenlik güçlerinin aktif bir üyesi tarafından gerçekleştirilmiş olması nedeniyle, yönetiminin kırılganlığını ortaya koymasıdır. Bu durum, Colani'nin güvenlik güçleri ve onları oluşturan gruplar üzerindeki kontrol eksikliğinin ne denli derin olduğunu gösteriyor.

Bu zayıflık, geçen Mart ayındaki kıyı olayları ve Temmuz’daki Süveyda olaylarında bu grupların kontrolsüz hareketlerinde, ayrıca bugüne kadar devam eden mezhepsel cinayetlerde daha önce açıkça ortaya çıkmıştı.

Bu büyük güvenlik açığı, Colani'nin uluslararası, özellikle Amerikan desteğini Suriye'de istikrarlı ve meşru bir otorite kurmaya dönüştürme ihtimaline dair yeni soru işaretleri oluşturuyor. On beş yıllık savaşın ardından toplumsal dokusu parçalanmış bir ülkede böyle bir otorite, güvenilir güvenlik güçlerinin yanı sıra, Suriye toplumunun tüm kesimleri arasındaki gerilimleri azaltan ve bu güçlerin görevlerini etkin biçimde yerine getirmesini sağlayan pragmatik politikalar gerektiriyor.

Ancak IŞİD’in yeniden güçlenme kapasitesinin gösterilmesi, hem yerel hem uluslararası aktörlerin yeni otoriteye olan güvenini sarsacak. Özellikle Amerikan şirketlerinin tekelinde olan petrol sektörünü geliştirmeye yönelik ve şu anda görüşülen yatırımların uygulanabilirliğini, bu durum zayıflatıyor.

Bu sözleşmeler, Colani rejiminin, geliştirilmesi planlanan ya da henüz keşfedilmemiş mevcut petrol sahalarından veya uzun vadede Suriye Akdeniz kıyılarındaki doğalgaz rezervlerinden elde edilecek gelirlerden fayda sağlamasını hedefliyor.

Böyle yatırımlar, büyük ölçüde istikrarlı bir güvenlik ortamı gerektiriyor; bu ise ancak yeni yönetimin bir yandan azınlıklarla, diğer yandan İsrail ile uzlaşmasıyla mümkün olabilir. ABD başkanlık temsilcisi Thomas Barrack tam da bu konuda çalışıyor. Ancak ne Amerikalılar ne de başka bir aktör, Cumartesi ve Pazar günleri yaşanan saldırılar gibi olayları engelleyebiliyor.

Türkiye bu alanda müdahalede bulunabilir, ancak Suriye’de İsrail ile arasındaki açık anlaşmazlık, çok sayıda güç merkezinin varlığı, azınlık toplulukları ve Kürt bölgelerinde Ankara’ya karşı yaygın düşmanlık gibi engeller, sahada kontrolü sağlamayı zorlaştırıyor.

Bu nedenle, Suriye’deki gelişmelerle ilgilenen, meşruiyeti destekleyen ve gerçek yatırımlar yapabilecek taraflar, geçiş dönemi cumhurbaşkanının uluslararası destek ve Suriye halkı arasındaki geniş popülaritesini, yatırım koşulları yaratabilecek sağlam bir otoriteye dönüştürüp dönüştüremeyeceğini görmek için bekle-gör politikasını benimsiyor.

Görünüşe göre düşman başbakanı Benyamin Netanyahu'nun HTŞ ile güvenlik anlaşması yapma konusunda isteksizliği bunun temel sebebi. Ayrıca, yeni yetkililerin barış tekliflerine rağmen Suriye'ye yönelik kapsamlı saldırıları haklı çıkarırken, İsrail'in Dürzi ruhani lideri Şeyh Muvaffak Tarif'in "Saf değilim. Orada kiminle uğraştığımızı biliyorum" demesi de bu tabloyu yansıtıyor.

Mevcut cumhurbaşkanının ise iki seçenek arasında sıkışacağı anlaşılıyor: Ya İsrail ile müzakerelerde sert bir duruş sergileyip kamuoyunu yatıştırmak ve ülkeyi fiilen Amerikalıların kontrolüne teslim etmek; ya da IŞİD’e karşı savaşı şiddetlendirerek hükümetinin destek tabanında daha büyük kırılma riskini göze almak. Şimdiye kadar net olan, Colani'nin Amerikalılarla ilişkilerinde çok ileri gittiği ve geri adım atmasının mümkün olmadığıdır. Aslında, iktidara gelmeden yıllar önce Washington ile fiili müttefiklik kurmuştu.

En azından Trump’ın Amerikalılara yapılan saldırı sonrası yaptığı açıklamada, "Rejim bizimle birlikte savaşıyor" diyerek öncelikle Amerika'nın rejimin arkasında duracağını göstermesi bunu ortaya koyuyor.

Ancak, Amerika Birleşik Devletleri'nin zayıf bir Şam rejimini desteklemeye devam edeceği kesin değil. Bu nedenle Amerikalılar, genel olarak, ülkeleri güvenlik ve ekonomik bağlarla birbirine bağlayan bölgesel bir ortam yaratmaya çalışıyor; ancak bu stratejinin başarısı garanti olamıyor.

Çeviri: YDH

İlgili Haberler