''Ordu liderliği, Hizbullah’ı hala varlığını sürdüren ve göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik olarak değerlendiriyor. Dışişleri Bakanı Yusuf Recci’nin İran ile ilişkilerde yarattığı kargaşa sonuçsuz kaldı.''
YDH- Lübnanlı analist İbrahim Nasreddin, Lübnan’daki iç siyaset ve bölgesel-jeopolitik dinamiklerin birbirine nasıl bağlı olduğunu tartıştığı yazısında, özellikle İsrail-Hizbullah gerilimi, Lübnan iç siyasetindeki güç dengeleri, ABD-Suudi-Fransa gibi dış aktörlerin müdahaleleri ve ordu ile silahsızlandırma süreci üzerinde duruyor. Ayrıca, İsrail’in doğrudan savaşa girmekten kaçınmasının nedenlerini somut olarak ortaya koyuyor.
İsrail baskınlarının yoğun baskısı altında, Güney halkının soğukkanlılıkla katledilmesi sürüyor.
Bugün yapılacak “Mekanizma” Komitesi toplantısının arifesinde, sonuçlarına fazla umut bağlanmayan bu süreçte gözler, ayın 29’unda ABD Başkanı Donald Trump ile düşman hükümetin başı Benyamin Netanyahu arasında Florida’da gerçekleştirilecek zirveye çevrilmiş durumda. Bu yıl iki lider arasında yapılacak beşinci görüşmenin gündemine Lübnan dosyasının dahil edilip edilmeyeceğine ilişkin çelişkili bilgiler bulunuyor.
Paris’te, Ordu Komutanı General Rudolf Heykel’in de katıldığı Amerikan-Suudi-Fransa toplantısında, devletin tüm toprakları üzerindeki kontrolünü genişletmesi ve mali bağışların iç yolsuzluğa kurban gitmeyeceğine dair güvence verilmesi şartıyla, askerî yapılanmayı desteklemek amacıyla şubat ayında bir konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı.
Dramatik dönüşümler
Dün gece Beyrut’a gelen ve bugün yoğun resmî faaliyetlerine başlayan Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli'nin getirdiği fikirlerin açıklığa kavuşturulması beklenirken, Necme Meydanı siyasi güç dengesinin test edildiği bir sahneye dönüştü.
Önde gelen parlamento kaynaklarına göre, Lübnan Güçleri lideri Samir Caca'nın sert kampanyasına rağmen Meclis Başkanı Nebih Berri’nin dün yasama oturumunu gerçekleştirmeyi başarması, ülkenin siyasi ve belki de toplumsal manzarasında radikal bir değişim yaratmaya hevesli siyasi ekip açısından yalnızca siyasi bir geri adım değildi.
Berri’nin bu çatışmadaki zaferi ve Maarab hanesine yazılan net kayıp, özellikleri birden fazla düzeyde belirginleşmeye başlayan ve “ikili”nin rakipleri için gerçek bir endişe kaynağı haline gelen dramatik dönüşümlerin parçası olarak görülüyor; rakipler, arzulanan değişimi gerekli hızda hayata geçiremiyor ve zamanla yarıştıkları hissine kapılıyorlar ki bu yarışın lehlerine işlemediği anlaşılıyor.
Savaşın kaybedildiği ve bedelini ödemesi gerektiği düşünülen belirli bir unsurun izole edileceğine dair umutlar yüksekken, Başkan Berri’nin içeride vazgeçilmez bir kaldıraç ve tempo belirleyici bir rol oynama yeteneğini ortaya koymasının ardından, bu unsurun içeride hâlâ etkin olduğu ve kolayca devre dışı bırakılamayacağı her geçen gün daha açık biçimde görülüyor; dahası, dış dünyanın büyük bir bölümü de artık bu gerçeğe ikna olmuş durumda.
Alarm zili
Siyasi kaynaklara göre, dün yaşananlar, bir dizi değişim işaretinin ardından alternatif projenin öncüsü olan Maarab için gerçek bir “alarm zili” niteliği taşıyor. Bu nedenle Caca, söz konusu aksaklığın yarattığı olumsuz etkileri kontrol altına almak ve “kartopu” etkisinin büyüyerek kontrolden çıkmasını engellemek amacıyla bugün bir basın toplantısı düzenliyor.
Şunu belirtmek gerekir ki, Temsilciler Meclisi’nde yaşananlar, seçim yasasında değişiklik yapılmasına yönelik tüm siyasi manevra alanlarını fiilen ortadan kaldırmıştır ve gurbetçilerin yurt dışında oy kullanma hakkının iptali ile mevcut parlamentonun görev süresinin teknik olarak uzatılmasını bir araya getiren bir uzlaşmaya varılması neredeyse kesinleşmiştir.
Bugünün sorusu artık “olacak mı?” değil, “bu erteleme ne kadar sürecek?” sorusudur.
Aun ile gergin ilişki
Caca'nın siyasi ekibinin altından halının çekildiğine inanmasının nedenlerine gelince, gerek iç gerekse dış gelişmelerle bağlantılı çok sayıda etken öne çıkıyor. Bu değişimlerin başında, Washington’daki siyasi arenada Lübnan Güçleri ile bağlantılı “muhbirleri” kamuoyu önünde eleştirmesinin ardından geri dönülmez bir noktaya ulaşan Cumhurbaşkanı Jozef Aun ile olan ilişki geliyor.
Aun, isim vermeden sessizliğini bozdu; çünkü somut kanıtlar ışığında, Lübnan Güçleri’nin Maarab’daki karargâhının hem ülke içinde hem de uluslararası alanda yürüttüğü kesintisiz çabaların, kendisine karşı kışkırtma ve baskıya boyun eğmeyi ve sivil barışı tehdit eden adımlar atmayı reddettiği için onu Hizbullah’ı “yatıştırmakla” suçlamaya dayandığını fark etti.
Caca, Hizbullah’ı zorla silahsızlandırma fikrini savunmakta ısrar ederken, bu tür bir senaryoya ilişkin uyarıları küçümseyip Hizbullah’ın zayıf olduğu ve teslim olacağı yönündeki beklentilere kapılırken, Maarab’daki Maruni Patrikhanesi’nin tutumunu netleştirmek ve Baabda ile ilişkileri yeniden tesis etmek amacıyla yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kaldı.
Egemenlik meselelerinin marjinalleştirilmesi
Öte yandan bu çevreler, Başkan Berri’nin Cumhurbaşkanı ile karşılıklı güvene dayalı bir ilişki kurmayı başardığına ve iki liderin aralarında birçok egemenlik dosyasını ele alıp özetlemeye başladığına inanıyor.
Bunların başında müzakere dosyası, bölgesel ve uluslararası diplomatik çabalar, atamalar ve devlet işlerinin yürütülmesine ilişkin diğer alanlardaki iç mutabakat geliyor.
Bu tablo, “Güçler”in hükümetteki varlığının değerini büyük ölçüde ortadan kaldırdı; zira kendilerini kuşatılmış hissediyorlar ve Cumhurbaşkanının gücü ile ağırlığı nedeniyle olayların seyrini etkileme kapasitesine sahip değiller. Buna karşılık Cumhurbaşkanı, Hristiyan varlığını kavramayı ve temsil etmeyi başarmış durumda.
Dışişleri Bakanı Yusuf Recci'nin dış politikadaki “çabaları” ise sonuçsuz kaldı. İran ile ilişkiler konusunda bir kargaşa yaratmayı başarmış olsa da, özellikle Cumhurbaşkanı Aoun’un müdahalesiyle bu girişimlerin ivmesi kesildikten sonra, söz konusu ilişkileri sabote edebilme yeteneğinden yoksun kaldı.
Dahası, Dışişleri Bakanı sıfatıyla önemli görevlerden uzaklaştırıldı; bunların sonuncusu, Lübnan heyetinin Mekanizma Komitesi’ne başkanlık etmesi için Büyükelçi Simon Kerem'in atanmasıydı. Recci bu atamayı, herkes gibi, medyadan öğrendi ve bu durum Maarab’daki Maruni Patrikhanesi’nde rahatsızlık yarattı. Recci, bunu kabine toplantısında “çekinceler” dile getirmeye dönüştürdü, ancak itirazı karşılık bulmadı.
Suudi hayranlığı
Bir diğer konu ise, Suudi Arabistan'ın Cumhurbaşkanı Berri'nin bilgeliğine duyduğu artan hayranlık ve Suudi Büyükelçisi Walid Buhari'nin Şii manevi ve dünyevi şahsiyetlere açık tavrının yanı sıra İran-Suudi güvenlik ve siyasi görüşmelerinin de yaşanmasıyla birlikte, Berri'nin Şiilerle diyalog için ideal bir kanal olarak görülmesidir.
Bu durum, Lübnan gerçekliğini doğrudan etkileyebilecek, ilişkilerde niteliksel bir gelişmeye işaret etmektedir.
Berri ve İssa arasındaki kimya
Aynı çevreler, Meclis Başkanı Nebih Berri ile ABD Büyükelçisi Michel Issa arasındaki şaşırtıcı “kimyaya” da dikkat çekiyor. Issa, ziyaretçilerine Meclis Başkanı’na duyduğu hayranlığı dile getiriyor ve onun Lübnan siyasetindeki rolünü, Lübnan’daki Şiilerin uyum sağlaması gereken değişimlere ayak uydurabilecek sorunsuz iç uzlaşmalara ulaşmak için gerekli bir köprü olarak görüyor.
ABD Büyükelçisi açısından Berri, Irak ve İran’a uzanan bu ortamı etkileyebilecek tek aktör konumunda ve Lübnan’a istikrarın geri dönmesi için göz ardı edilemeyecek bir figür olarak değerlendiriliyor.
Bu bağlamda, Hamas ile Gazze’de köşeleri dolaşma yönündeki Amerikan stratejisinin Lübnan’a da taşınacağından endişe ediliyor; bu stratejinin, Lübnan’daki silah meselesi ve Gazze’nin geleceği hakkında gerçekçi bir söylem üzerinden Hizbullah’ın mevcut gerçekliğine de uygulanabileceği düşünülüyor.
Suriye'nin Hizbullah ile yakınlaşması!
Suriye dosyasında da, HTŞ lideri Colani'ye yakın isimlerle partiye bağlı aktörler arasında kurulan temaslar ışığında, Hizbullah ile yeni rejim arasında “köprüler kurulmasına” yönelik işaretler belirmeye başladı. Bu temasların sonuncusu, Türkiye ile Hizbullah arasında iletişim kanallarının açılması ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin yumuşaması bağlamında, eski Bayındırlık Bakanı Ali Hamiye ile üst düzey bir Suriyeli yetkili arasında gerçekleştirildi.
Orduya karşı "askeri bir hoşnutsuzluk" mu?
Caca, kamuoyuna açık biçimde dile getirilebileceklerin ötesinde, ordu liderliği ile Hizbullah arasındaki nesnel ilişkiden memnun değil. General Rudolf Heykel’in, partinin Litani Nehri’nin güneyindeki işbirliğini övmekte ısrar etmesi, özellikle de ilişkide gerçekleşmesi beklenen “darbe”nin hayata geçmemiş olması nedeniyle, Maarab'ı tatmin etmiyor.
Ordu liderliği, partiyi hâlâ varlığını sürdüren ve göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik olarak ele alıyor ve işbirliği, ilişkiyi zedeleyebilecek herhangi bir pürüz olmaksızın “tam hızla” devam ediyor.
Bu kaynaklar, dünkü oturum sırasında Maarab’ın Suudi Arabistan Krallığı’nın tarafsızlığı karşısında şaşkınlığa uğradığını, Krallığın kendisine yakın milletvekilleri üzerinde baskı kurmak için herhangi bir müdahalede bulunmadığını ve Sünni blokların “Güçler” liderinin “örtüsünü” terk etmesinin ardından Maarab’ın Sünni milletvekilleri üzerindeki nüfuz iddiasını yitirdiğini aktarıyor.
Buna göre lider, dün kendisini yalnız ve etkisiz buldu; Ketaib ve “Değişim” partisinden bazı milletvekilleriyle uyumsuz biçimde adeta tek başına kaldı ve hatta bu milletvekillerinin onun “muhalefet” liderliğini dahi tanımadığı kaydedildi.
Bazı Sünni milletvekillerinin açıklamaları, yasama çalışmalarının ve parlamento oturumlarının aksatılmasına karşı oldukları konusunda netti.
Öte yandan, Selam'ın silahsızlandırma yerine "silahların kontrol altına alınması" ifadesini kullanmaya başlamasıyla Başbakan ile ilişkiler gerginleşmeye başladı; bu durum, hedefleri ve sonuçları hakkında birçok soru işaretini beraberinde getiriyor.
Yasaların yürürlüğe konması
Parlamento kaynaklarına göre, üç cumhurbaşkanı da yasama sürecinin engellenmemesi yönündeki kararın arkasındaydı; özellikle de Dünya Bankası’nın daha önce Lübnan’ı, yasaların bu yıl sonuna kadar çıkarılmaması halinde, idarenin otomasyonu ve sosyal güvenlik ağı için tahsis edilen iki kredi de dâhil olmak üzere, onaylanmış ve müteakip tüm kredi anlaşmalarını kaybedeceği konusunda uyardığı göz önünde bulundurulduğunda. Bu nedenle yeterli çoğunluğun sağlanamaması kabul edilemezdi.
Yasama oturumu için gerekli çoğunluk, “Ulusal Ilımlılık” milletvekillerinin oturuma katılmasıyla sağlandı ve Lübnan’a acil yardım projesinin uygulanması ile İsrail’in güney Lübnan’a yönelik saldırısı sonucu zarar gören altyapının yeniden inşası amacıyla Dünya Bankası ile 250 milyon dolarlık bir kredi anlaşması da dâhil olmak üzere çeşitli yasa tasarıları kabul edildi.
Konsey ayrıca, Cumhurbaşkanı Jozef Aun’un yaptığı gözlemleri dikkate aldıktan sonra yargı sistemini düzenleyen yasayı da onayladı. Projelerin kabul edilmesinin ardından Meclis Başkanı Berri oturumu erteledi ve tutanaklar tamamlandı. Tutanakların tamamı, özel ve kamu sektörleri arasındaki ortaklığı öngören ve Quleiat Havalimanı ihalesinin başlatılmasına imkân tanıyan yasa da dâhil olmak üzere, önceki oturumda kabul edilen yasalarla birlikte onaylandı.
Mekanizma toplantısı ve gerginliğin tırmanması
“Mekanizma” Komitesi toplantısının arifesinde, düşman uçakları dün sabah Bekaa Vadisi ve Güney Lübnan’da bir dizi hava saldırısı düzenledi. Saldırılar hakkında değerlendirmede bulunan Meclis Başkanı Nebih Berri, şunları söyledi:
“Bu, Lübnan ordusunu desteklemeye adanmış Paris konferansına İsrail’in bir mesajıdır ve aynı zamanda Mekanizma toplantısı vesilesiyle düzenlenen bir hava saldırısıdır.”
Bu bağlamda, bilgili kaynaklar bugünkü toplantının sonuçlarına fazla umut bağlanmaması gerektiğini ifade etti. Eğer bu toplantı, komitede sivil temsilin ilk sınavıysa, “işaretlerin ortada olduğu” ve İsrail’in, en azından ABD-İsrail zirvesinin sonuçları netleşene kadar gerilimi düşürmekle ilgilenmediğinin açık olduğu belirtiliyor. Washington’un, İsrail hükümetine Lübnan’daki düşmanlıklarını sürdürmesi için önemli ölçüde hareket alanı tanıdığı anlaşılıyor.
Aynı kaynaklar, Cumhurbaşkanının komitede Lübnan temsilinin genişletilmesi fikrinin arkasında durduğunu ve bunun müzakere yükünü herhangi bir mezhebin üzerine yıkmaktan kaçınmak için gerekli olduğunu savunduğunu aktardı. Cumhurbaşkanı, bunun tamamen ulusal bir mesele olduğunu ve Lübnan mezhep siyasetine bulaşmasına izin vermeyeceğini vurguladı.
Orduyu desteklemenin iki şartı
Paris’te, orduyu desteklemek amacıyla gelecek şubat ayında bir konferans düzenleneceği duyuruldu ve Fransızlar arasında Hizbullah’ın silahsızlandırılması gerekliliği ile gerekirse anlaşmanın taraflarıyla silahsızlanma süresinin ertelenmesi olasılığı üzerine tartışmalar başladı.
Ordu Komutanı General Rufold Heykel’in mevkidaşı Fabian Mandon ile yaptığı görüşmeler, silahsızlanmada kaydedilen ilerlemenin nasıl gösterileceği üzerine odaklandı. General Heykel ayrıca, orduyu desteklemek için düzenlenen konferansın hazırlık toplantısına, Lübnan-Amerika-Suudi Arabistan-Fransa heyetleriyle birlikte katıldı.
Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Lübnan ordusu komutanının Paris’te Fransa temsilcileri ile Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden özel elçilerle görüştüğünü açıkladı. Sözcü, “Paris görüşmeleri, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasında kaydedilen ilerlemenin nasıl gösterileceğine odaklandı” dedi. Ayrıca, “Paris’te bir araya gelen taraflar, Lübnan ordusunu desteklemek için şubat ayında bir konferans düzenleme konusunda anlaştılar” diyerek, “Lübnan’daki amacımız, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını da içeren ateşkes anlaşmasını uygulamaktır. Hizbullah’ın silahsızlandırılması için belirlenen sürenin ertelenmesi gerekirse, bu konuyu anlaşmanın taraflarıyla görüşeceğiz” diye ekledi.
Bu bağlamda, Yezid bin Farhan ve Morgan Ortagus’un da katıldığı toplantıda, ordu komutanıyla samimi bir görüşme yapıldığı ve ordunun başarılarının bir özeti sunulduğu öğrenildi. Suudi tarafının, yardımı kendi toprakları üzerindeki devlet kontrolünü genişletme ve bağışların yolsuzluktan uzak ve şeffaf biçimde kullanılmasına bağlama konusundaki net tutumu dikkat çekiciydi.
İsrail neden savaş açmıyor?
Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçları beklenirken ve İsrail’deki siyasi ve askerî çevreler Hizbullah’a karşı savaşın yakın ve kaçınılmaz olduğunu iddia etmeye devam ederken, İsrail internet sitesi Walla İsrail’i itidalli olmaya ve yeni bir savaşa sürüklenmekten kaçınmaya zorlayan çeşitli nedenleri sıraladı:
1- Sınır bölgesi sakin: Hizbullah, Lübnan içindeki beş İsrail mevzisine karşı sadece itidal göstermekle kalmıyor, aynı zamanda İsrail’in kendisine yönelik günlük saldırılarına da karşılık vermiyor. Yaklaşık iki hafta önce gerçekleşen Hizbullah Genelkurmay Başkanı suikastı bile partiden herhangi bir tepki almadı.
2- Silahsızlanma meselesinin zaman alacağına dair anlayış: İsrail, tüm imkânlarıyla, özellikle Arap nüfusu, özellikle de Bedeviler arasında, sınırları içindeki tüm yasadışı silahları toplayamaz. Bu nedenle zorluk büyüktür ve Lübnan hükümeti ile ordusunun bunu tamamlaması yıllar sürecektir.
3- Amerikan kararlılığı: Washington, Lübnan hükümetine bir şans vermekte kararlı olduğundan, İsrail’in ABD ile gereksiz sürtüşmeden kaçınması kendi çıkarına uygundur.” Eğer İsrail, sınırda sakinliğin hâkim olduğu bir dönemde Hizbullah’a karşı savaş başlatırsa, bu durum İsrail ile Trump yönetimi arasında gereksiz gerilim yaratacaktır.
4- İsrail’in asılsız açıklamaları: İnternet sitesine göre, Lübnan hükümeti harekete geçmezse İsrail’in Hizbullah’ı zorla dağıtacağına dair iddiaların hiçbir dayanağı yoktur. İsrail’in 2004’te olduğu gibi Hizbullah’ın önemli varlıklarına saldırma kapasitesine sahip olduğu açıktır, ancak parti bu tür saldırılar karşısında çökmeyecektir. Yeniden bir savaşın patlak vermesi Lübnan’da büyük yıkıma yol açacak ve ayrıca, Lübnan halkı İsrail saldırganlığının hiçbir gerekçesi olmadığına inanırsa, bu algı partinin konumunu güçlendirebilir.
Çeviri: YDH