Stratfor’un yayımladığı analize göre, küresel ticarette yaşanan yapısal dönüşümler Orta Asya’yı Rusya, Çin ve Batı arasındaki rekabetin merkezi bir lojistik ve jeopolitik alan haline getirirken, bölge ülkeleri artan dış baskılar karşısında denge siyaseti izlemeye çalışıyor.
YDH- Amerikan jeopolitik analiz kuruluşu Stratfor’un “Worldview” platformunda, RANE tarafından hazırlanan ve küresel ticaretin değişen örüntülerini mercek altına alan kapsamlı bir analiz dizisinin parçası olarak, “The Geopolitics of Trade: Central Asia's Struggle for Logistics Sovereignty/Ticaretin Jeopolitiği: Orta Asya'nın Lojistik Egemenlik Mücadelesi” başlıkla bir analiz yayımlandı. Seri, “küresel ticarette yaşanan yapısal dönüşümlerin jeopolitik ve ekonomik sonuçlarını” ele almayı amaçlıyor.
Dizinin ilk bölümünde bu dönüşümlerin küresel düzeydeki jeopolitik ve ekonomik etkilerine dair genel bir çerçeve sunulmuştu. Takip eden bölümlerde ise Amerika kıtası, Hürmüz Boğazı, Japonya ve Güney Kore, Hindistan, Türkiye, Kongo, ASEAN ülkeleri, veri akışları, Mercosur, deniz ticaretindeki dar boğazlar (birinci ve ikinci bölümler), dijital ticaret, Doğu Afrika (birinci ve ikinci bölümler) ile “dolar-dışılaşma” süreçleri ayrı ayrı ele alındı.
Analiz, küresel ticaretin artık yalnızca ekonomik verimlilik üzerinden değil, “jeopolitik rekabet, güvenlik kaygıları ve stratejik özerklik arayışları” çerçevesinde yeniden şekillendiğini ortaya koyuyor. Tedarik zincirlerinin bölgeselleşmesi, kritik boğazların ve veri akışlarının artan önemi ile dijital ticaretin yükselişi, klasik küreselleşme modelinin yerini daha parçalı ve çok merkezli bir yapıya bıraktığını gösteriyor.
Çalışma, ABD merkezli ticaret ve finans düzeninin sorgulanmasını, dolar-dışılaşma eğilimlerini ve alternatif ticaret ağlarının güçlenmesini, mevcut uluslararası sistemde “rekabetin derinleştiğinin” göstergeleri olarak ele alıyor. Amerika kıtası, Hürmüz Boğazı, Doğu Afrika, ASEAN ve Türkiye gibi örnekler üzerinden, bu dönüşümün küresel olsa da bölgesel dinamiklerle şekillendiği vurgulanıyor.
Genel olarak analiz, küresel ticarette yaşanan değişimi geçici bir dalgalanma değil, uzun vadeli ve yapısal bir yeniden düzenlenme olarak değerlendiriyor; devletlerin ticareti giderek daha fazla ulusal güvenlik ve siyasi dayanıklılık perspektifiyle ele aldığı bir döneme işaret ediyor. Bu çerçevede metin, açık bir ideolojik savunudan kaçınırken, küresel dönüşümü ABD’yi merkez alan fakat normatif olmayan, güç dengeleri ve stratejik uyum ihtiyacına odaklanan bir gerçekçilik üzerinden okuyor; mevcut düzeni yüceltmekten ziyade, egemen aktörlerin değişen koşullara nasıl uyum sağlamak zorunda kaldığını ortaya koyuyor.
Analize göre, Orta Asya’nın Rusya, Çin ve Avrupa arasında yer alan stratejik konumu, bölgenin Avrasya ticaret yollarındaki rolünü artıracak. Ancak analizde, “rekabet hâlindeki gündemler, dengesiz finansman, zayıf bölgesel koordinasyon ile yönetişim ve güvenlik risklerinin”, Orta Asya’nın gerçek anlamda bir kıtasal merkez hâline gelmesini sınırlayacağı belirtildi.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş, küresel tedarik zincirlerindeki kalıcı sarsıntılar ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni (BRI) yeniden ayarlaması, Orta Asya’yı “çevresel bir geçiş bölgesinden büyük güç rekabetinin merkezî bir alanına” dönüştürdü.
Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’dan oluşan beş Orta Asya ülkesi, artık doğu–batı ve kuzey–güney doğrultusunda rekabet eden koridorların kesişim noktasında yer alıyor. Analizde, ulaşım ve enerji altyapısının genişletilmesinin stratejik fırsatlar yarattığı, ancak aynı zamanda “jeopolitik parçalanmaya ve dış baskılara maruz kalma riskini artırdığı” ifade edildi.
Bu artan dış ilgiye rağmen, Orta Asya ülkelerinin denize kıyısı olmayan coğrafi yapısının, dünyadaki en yüksek ticaret maliyetlerinden bazılarını dayattığı belirtildi. Bu nedenle bağlantısallığın iyileştirilmesi ekonomik bir zorunluluk olarak tanımlandı.
Coğrafi kısıtlamalara ek olarak, uzun süredir devam eden kurumsal ve düzenleyici engellerin, anlamlı bölge içi ticareti sınırlamayı sürdürdüğü, Orta Asya ekonomilerinin birbirleriyle olduğundan çok dış ortaklarla bütünleşmiş durumda olduğu kaydedildi.
Analize göre, bu iç parçalanma, on yıllar boyunca altyapı yatırımlarının büyük ölçüde Çin, Rusya ve Avrupa Birliği gibi dış aktörler tarafından, kendi uzun mesafeli ticaret ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmesinin bir sonucu.
Ticaret maliyetleri ve yapısal engeller
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verilerine göre, Orta Asya’nın denize kıyısı olmayan coğrafi yapısı, bölge ülkeleri üzerinde ciddi bir ekonomik yük oluşturuyor. Analizde, bölgedeki ticaret maliyetlerinin, kıyıdaki gelişmekte olan ülkelere kıyasla “1,4 kat daha yüksek” olduğu ifade edildi.
Bölge genelinde malların çok uzun mesafeler boyunca taşınmasının yarattığı lojistik zorluklar, sektöre ve mesafeye bağlı olarak “yüzde 300 ila 350 oranında bir gümrük tarifesine eşdeğer ek maliyet” doğuruyor. Buna ek olarak, analizde yerel elitlerin sıklıkla “tarife dışı engeller, gayriresmî sınır ücretleri ve rant arayışına dayalı uygulamalar” kullandığı, bunun da sınır ötesi ticareti fiilen sürdürülemez hâle getirdiği kaydedildi.
Çin ve Rusya, Orta Asya’nın en büyük dış ticaret ortakları olmaya devam ederken, bu ülkeleri Avrupa Birliği, Türkiye, Güney Kore ve Körfez Arap ülkeleri izliyor. Bölgenin ihracatı büyük ölçüde sınırlı sayıdaki emtiaya dayanıyor. Bunlar arasında başta ham petrol ve doğal gaz, altın, bakır, alüminyum ve uranyum gibi değerli ve endüstriyel metaller ile pamuk ve buğday gibi tarımsal ürünler öne çıkıyor.
Analize göre, karmaşık sınır prosedürleri ve birbiriyle örtüşen düzenlemeler, yerel bağlantısallığı baskılamayı sürdürüyor. Bu durum, bölge içi ticaretin toplam ticaretin “yüzde 10’unun altında kalmasına” yol açıyor.
Sovyet mirası altyapı ve parçalı dış projeler
Analizde, Orta Asya’daki altyapının tarihsel olarak Sovyet dönemine ait bir tasarımı yansıttığı ve bu yapının, hammaddelerin kuzeye, yani Rusya’daki sanayi merkezlerine yönlendirilmesi amacıyla kurgulandığı belirtildi.
1991 sonrası dönemde ise bu miras yapının üzerine, Avrupa Birliği destekli Avrupa–Kafkasya–Asya Ulaştırma Koridoru (TRACECA), Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ve daha yakın dönemde Hazar Geçişli Uluslararası Ulaştırma Rotası (Orta Koridor) gibi “birbiriyle rekabet eden dış çerçevelerin yamalı bir biçimde eklendiği” ifade edildi.
Asya Kalkınma Bankası, Dünya Bankası ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası gibi çok taraflı kreditörlerin, ulaşım ve ticaretin kolaylaştırılmasına yönelik bireysel projeleri finanse ettiği aktarıldı. Ancak bu durumun Orta Asya’da, “birbirleriyle zayıf biçimde entegre olmuş, dış pazarlara optimize edilmiş koridor sistemleri” ortaya çıkardığı vurgulandı.
Çin’in kara temelli ticaret stratejisi ve Orta Asya
Analize göre, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 yılında Kuşak ve Yol Girişimi’ni ilan etmesinden bu yana Orta Asya, Pekin’in kara temelli ticaret güvenliği arayışlarının merkezine yerleşti.
Analizde, Çin’in Orta Asya’daki artan rolünün, uzun vadeli stratejik gereksinimlerden ve dış ticaret mimarisindeki kalıcı jeopolitik kırılganlıklardan kaynaklandığı belirtildi. Pekin yönetimi, özellikle Malakka Boğazı gibi deniz dar boğazlarına olan bağımlılığını “büyük bir stratejik zafiyet” olarak görüyor.
Bu algının, Çin’i uzun süredir kriz anlarında ticaret akışını sürdürebilecek kara temelli alternatifler inşa etmeye yönelttiği kaydedildi. Bu çabaların, Avrupa, Ortadoğu ve Güney Asya’ya kara yoluyla erişimi güvence altına alma amacını taşıdığı ifade edildi.
Analizde, ABD’nin yeniden artan gümrük tarifeleri baskısı, “ayrışma” (decoupling) korkuları ve daha geniş çaplı bir ekonomik kuşatma stratejisi ihtimalinin, Pekin’in bu yaklaşımını daha da hızlandırdığı belirtildi. Bu bağlamda Çin’in, “iyi komşuluk politikası” kapsamında yakın çevre bağlantısallığını önceliklendirdiği aktarıldı.
“Ebedî İyi Komşuluk” anlaşması ve Çin’in kurumsal hâkimiyeti
Analize göre, Çin, Orta Asya’ya verdiği önceliği Haziran 2025’te Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen Çin–Orta Asya Zirvesi’nde imzalanan “Ebedî İyi Komşuluk Antlaşması” ile resmîleştirdi. Söz konusu anlaşma, Çin ile Orta Asya ülkeleri arasında güvenlik merkezli bir ortaklığı hukuki zemine oturtuyor.
Anlaşma, taraf devletlere, kendi sınırları içinde “egemenliği ve toprak bütünlüğünü zayıflatacak faaliyetleri önleme” yükümlülüğü getirirken, savunma ve daha geniş güvenlik alanlarında iş birliğinin genişletilmesini öngörüyor. Analizde, bu düzenlemenin, Çin’in Orta Asya altyapısına erişimini güvence altına aldığı ve “Pekin’in bölgenin uzun vadeli güvenlik ve ekonomik mimarisi üzerindeki yapısal üstünlüğünü kodladığı” değerlendirmesine yer verildi.
Bu diplomatik yükseltmeyi desteklemek amacıyla Çin’in, kilit demiryolu ve enerji koridorları için Kuşak ve Yol finansmanını hızlandırdığı belirtildi. Analize göre Pekin, bu altyapı yatırımlarını, Sincan bölgesiyle entegrasyonu derinleştirmek ve batı sınırı boyunca “uyumlu bir güvenlik ortamı” oluşturmak için kaldıraç olarak kullanıyor.
Son döneme ait verilerin, yalnızca yatırım hacimlerinde bir toparlanmaya değil, aynı zamanda sektörel bir kaymaya da işaret ettiği kaydedildi. Buna göre Kuşak ve Yol finansmanı giderek “yeşil enerji, kritik mineraller ve yüksek teknolojili imalat” alanlarına yöneliyor. Ancak bu dönüşümün, Orta Asya ülkeleri açısından ciddi mali riskler yarattığı; zira sermaye yoğun bu projelerin, Çin’in politika bankalarından alınan yüksek tutarlı yeni borçlarla finanse edildiği ifade edildi.
Çin–Avrupa kara koridorları ve Orta Asya’nın rolü
Analizde, Çin’in Avrupa pazarlarına ulaşmak için Orta Asya üzerinden geçen iki ana batı yönlü kara koridoruna dayandığı belirtildi.
Çin–Avrupa demiryolu trafiğinin “yaklaşık yüzde 80 ila 88’inin” hâlen Kazakistan, Rusya ve Belarus üzerinden geçen Orta Avrasya Koridoru’nu kullandığı kaydedildi.
İkinci güzergâh ise Çin’i Kazakistan, Hazar Denizi, Güney Kafkasya ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlayan çok modlu Hazar Geçişli Orta Koridor olarak tanımlandı.
Çin–Kırgızistan–Özbekistan demiryolu
Analizde, Çin’in 2024 yılında 523 kilometrelik Çin–Kırgızistan–Özbekistan (CKU) demiryolu projesine onay vermesinin, kara temelli stratejisinde kritik bir genişlemeye işaret ettiği belirtildi. Yaklaşık 8 milyar dolar tutarındaki proje, ilk kez 1990’lı yıllarda gündeme gelmiş ancak Rusya’nın itirazları nedeniyle hayata geçirilememişti.
Analize göre bu hat, Çin’in Özbekistan’a uzanan ilk doğrudan demiryolu bağlantısını sağlayacak. Resmi olarak Orta Koridor’un parçası olmasa da CKU hattının, Rusya topraklarını baypas ederek Çin–Orta Asya trafiğini Orta Koridor ağına yönlendiren “stratejik bir güney besleme hattı” işlevi göreceği ifade edildi.
2013–2023 döneminde Çin’in Orta Asya’da 25’ten fazla büyük Kuşak ve Yol projesini finanse ettiği ve bölgeye giren tüm dış altyapı sermayesinin “yaklaşık yüzde 25’ini” sağladığı kaydedildi. 2025’in ilk yarısında ise Orta Asya’nın, Çin’in küresel Kuşak ve Yol taahhütleri içindeki payının “yaklaşık yüzde 43’e yükseldiği”, bunun da bugüne kadarki en yüksek oran olduğu belirtildi.
Rusya için Orta Asya: yaptırımlar sonrası kritik can hattı
Analize göre, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından Orta Asya, Moskova için kritik bir operasyonel can hattı hâline geldi. Bölgenin, Batı yaptırımlarını aşmak ve enerji ile ticaret akışlarını yeniden yönlendirmek açısından birincil mekanizma işlevi gördüğü belirtildi.
Analizde, Rusya’nın Orta Asya’yı tarihsel olarak nüfuz alanı içinde ikincil bir stratejik cephe olarak gördüğü, ancak 2022 sonrası jeopolitik gerçekliğin bölgeyi Moskova açısından “operasyonel olarak vazgeçilmez” hale getirdiği kaydedildi. Batılı ülkelerin teknoloji, makine ve sanayi bileşenlerine yönelik ihracat kontrollerinin, Orta Asya’yı Rusya için “çift kullanımlı ve kısıtlı malların yeniden ithalat merkezi” konumuna taşıdığı ifade edildi.
Bu süreçte, ruble bazlı ödeme sistemlerinin yaygınlaşması ve Avrasya Ekonomik Birliği kapsamında Kazakistan ve Kırgızistan ile gümrüksüz sınırların bulunması sayesinde, Rusya’nın SWIFT kısıtlamalarını baypas eden paralel tedarik zincirlerini kurumsallaştırdığı aktarıldı.
Aynı zamanda, Avrupa pazarlarına erişimin keskin biçimde azalmasının, Moskova’yı hidrokarbon ihracatını Çin’e yönlendirmeye ve Orta Asya üzerinden güneye uzanan, Batı kısıtlamalarına daha az maruz kalan transit seçeneklerini değerlendirmeye ittiği belirtildi.
Enerji ve transit hatlarında Rusya’nın yeniden yönelimi
Analizde, Rusya’nın bu yönelimi somutlaştırmak için Orta Asya üzerinden enerji ve transit bağlantılarını genişlettiği aktarıldı. Buna göre Moskova, Kazakistan üzerinden Özbekistan’a ters gaz akışını başlattı, Astana ile doğuya uzanacak olası bir Rusya–Kazakistan boru hattı için arama anlaşmaları imzaladı ve Kazakistan’ın mevcut boru hattı altyapısı üzerinden Çin’e yönelik petrol transit hacimlerini artırmayı görüşmeye başladı.
Bu çerçevenin, Rusya’nın Uluslararası Kuzey–Güney Ulaştırma Koridoru’na (INSTC) yeniden odaklanmasını da açıkladığı belirtildi. Yaklaşık 7.200 kilometrelik çok modlu bu ağın; Rusya’nın Baltık limanlarını, Hazar Havzası’nı, İran’ı ve Hindistan’ı birbirine bağladığı hatırlatıldı.
Analize göre, Moskova’nın ilgisi özellikle, Rusya’ya Süveyş Kanalı’na ve istikrarsız Karadeniz rotasına alternatif sunan, Ortadoğu, Güney Asya ve Hint Okyanusu pazarlarına erişim sağlayan Kazakistan ve Türkmenistan üzerinden İran’a uzanan doğu kolu üzerinde yoğunlaştı.
Ancak analizde, bu koridorun stratejik değerinin yüksek bir maliyetle geldiği vurgulandı. Moskova’nın, daha ucuz deniz taşımacılığıyla rekabet edebilmek için transit ücretlerini ciddi biçimde sübvanse etmek zorunda kaldığı ve böylece jeopolitik erişim uğruna ekonomik olarak marjinal bir hattı fiilen finanse ettiği kaydedildi.
Kuzey–Güney Koridoru’nun darboğazları
Uluslararası Kuzey–Güney Ulaştırma Koridoru’nun üç ana güzergâhtan oluştuğu aktarıldı: Azerbaycan ve İran üzerinden geçen batı kolu, Hazar Denizi’ni aşan merkez kol ve Kazakistan ile Türkmenistan üzerinden uzanan doğu kolu.
Analize göre batı kolu, İran’ın kuzeyindeki Reşt–Astara demiryolu bağlantısının tamamlanmamış olması nedeniyle fiilen işlevsiz durumda bulunuyor. Bu eksiklik, kesintisiz demiryolu taşımacılığını engelliyor ve hattı ticari açıdan sürdürülemez kılıyor.
Kasım 2025’te Rus Demiryolları’nın (RZD), Kazakistan ve Türkmenistan üzerinden geçen doğu kolunda trafiği zorla artırmak amacıyla 2026’ya kadar uzatılan agresif tarife indirimleri uygulamaya koyduğu belirtildi. Buna göre demirli metallerde taşıma ücretleri yüzde 50, konteyner taşımacılığında ise yüzde 20 oranında düşürüldü. Ayrıca tahıl ihracatı için 2030’a kadar geçerli uzun vadeli stratejik sübvansiyonlar devreye alındı.
Batı’nın karşı hamlesi: Orta Koridor ve “stratejik dengeleme” arayışı
Analize göre, Rusya’nın Orta Asya’daki ekonomik ve lojistik yeniden konumlanmasına karşılık olarak ABD ve Avrupa Birliği, bölgeye yönelik ilgisini son iki yılda belirgin biçimde artırdı. Bu ilginin merkezinde, Çin ve Rusya’yı baypas eden Trans-Hazar Uluslararası Taşımacılık Güzergâhı, diğer adıyla Orta Koridor yer aldı.
Analizde, Orta Koridor’un Çin’den başlayarak Kazakistan üzerinden Hazar Denizi’ni aşan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye hattıyla Avrupa’ya uzanan bir güzergâh sunduğu hatırlatıldı. Bu hattın, Moskova’nın kontrol ettiği kuzey rotalarına ve İran üzerinden geçen güney güzergâhlara alternatif olarak Batı tarafından jeopolitik bir dengeleme aracı olarak görüldüğü ifade edildi.
Ancak analizde, Batı’nın Orta Koridor’a yönelik söylemi ile sahadaki kapasite arasındaki farkın giderek açıldığı belirtildi. Hazar Denizi’ndeki sınırlı feribot kapasitesi, liman altyapısındaki yetersizlikler ve sınır geçişlerindeki bürokratik engellerin, hattın gerçek anlamda rekabetçi bir alternatif olmasını zorlaştırdığı kaydedildi.
Global Gateway ve sınırlı finansman
Avrupa Birliği’nin Orta Asya politikasının temel ayağını oluşturan Global Gateway girişiminin, bölge ülkelerine altyapı yatırımı, dijital bağlantılar ve enerji projeleri vaat ettiği aktarıldı. Buna karşın analize göre, bu girişim büyük ölçüde uzun vadeli taahhütler ve niyet beyanları düzeyinde kaldı.
Analizde, AB’nin Orta Asya’ya ayırdığı finansmanın, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında sunduğu kaynaklarla ve Rusya’nın mevcut altyapı hâkimiyetiyle kıyaslandığında sınırlı ve parçalı olduğu ifade edildi. Özellikle demiryolu modernizasyonu, liman genişletme ve gümrük süreçlerinin dijitalleştirilmesi gibi alanlarda somut ilerlemenin yavaş seyrettiği belirtildi.
Bu durumun, Orta Asya başkentlerinde Batı’ya yönelik beklentileri temkinli hâle getirdiği ve bölge ülkelerinin çok yönlü dış politika (multi-vector policy) yaklaşımını daha da pekiştirdiği kaydedildi.
ABD’nin C5+1 yaklaşımı
Analizde, Washington’un Orta Asya politikasının çerçevesini oluşturan C5+1 formatının (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan + ABD), güvenlik işbirliği, sınır yönetimi ve ekonomik çeşitlendirme başlıklarına odaklandığı aktarıldı.
Ancak analize göre, ABD’nin sunduğu ekonomik araçlar, bölge ülkelerinin Rusya ve Çin ile sahip olduğu derin ticari ve lojistik bağları kısa vadede dengeleyebilecek ölçekte değil. Washington’un daha çok normatif söylem, yönetişim vurgusu ve sınırlı teknik destekle sahada varlık göstermeye çalıştığı belirtildi.
Bu çerçevede Orta Asya liderlerinin, ABD ve AB ile ilişkileri Moskova’ya karşı bir kopuş aracı olarak değil, pazarlık gücünü artıran tamamlayıcı bir unsur olarak değerlendirdiği ifade edildi.
Orta Asya’nın stratejik manevra alanı
Analizde, Orta Asya ülkelerinin mevcut jeopolitik ortamda “taraf seçme” baskısına direndiği vurgulandı. Bölge yönetimlerinin, Rusya’nın güvenlik ve altyapı ağırlığını, Çin’in finansal kapasitesini ve Batı’nın diplomatik meşruiyetini eş zamanlı olarak dengelemeye çalıştığı kaydedildi.
Analize göre bu yaklaşım, kısa vadede Orta Asya’ya stratejik bir manevra alanı sağlasa da, uzun vadede altyapı bağımlılığı, borçlanma riski ve büyük güç rekabetinin sertleşmesi gibi kırılganlıkları beraberinde getiriyor.
Rusya’nın Orta Asya’daki konumu: Kalıcılık mı, aşınma mı?
Analizin son bölümünde, Rusya’nın Orta Asya’daki etkisinin kısa vadeli bir kriz yönetimi mi yoksa yapısal bir yeniden konumlanma mı olduğu sorusu ele alındı. Analize göre Moskova, Ukrayna savaşıyla birlikte Batı pazarlarından büyük ölçüde dışlanırken, Orta Asya’yı hem ekonomik bir arka kapı hem de stratejik bir tampon bölge olarak daha fazla önemsemeye başladı.
Ancak analizde, bu yönelimin Rusya açısından tamamen sorunsuz olmadığı belirtildi. Rus ekonomisinin yaptırımlar nedeniyle daralan teknolojik kapasitesi, sermaye akışındaki kısıtlar ve iş gücü piyasasındaki baskıların, Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerde asimetrik bir bağımlılık riski yarattığı ifade edildi. Buna rağmen Moskova’nın, enerji altyapısı, göç rejimi ve güvenlik mekanizmaları üzerinden bölge üzerinde yapısal bir kaldıraç gücünü koruduğu kaydedildi.
Çin faktörü: Sessiz ama belirleyici
Analize göre Orta Asya’daki güç dengesini asıl dönüştüren unsur, Rusya ile Batı arasındaki rekabetten ziyade Çin’in giderek artan ekonomik ağırlığı oldu. Pekin’in enerji yatırımları, kredi mekanizmaları ve Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki altyapı projeleriyle bölge ülkeleri için vazgeçilmez bir ortak hâline geldiği belirtildi.
Analizde, Çin’in Moskova ile doğrudan bir nüfuz mücadelesine girmekten kaçındığı, ancak fiili olarak Rusya’nın hareket alanını daralttığı ifade edildi. Orta Asya ülkelerinin Çin ile ilişkilerinde “daha az siyasi koşulluluk, daha fazla finansman” algısının öne çıktığı; buna karşın borçlanma ve ekonomik bağımlılık risklerinin de giderek arttığı aktarıldı.
Bu çerçevede analiz, Orta Asya’nın geleceğinin büyük ölçüde Rusya–Çin ilişkilerinin seyrine bağlı olacağını vurguladı.
Kırılma noktaları ve olası senaryolar
Analizde önümüzdeki on yıl için üç temel kırılma noktası öne çıkarıldı:
Birincisi, Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrası ekonomik ve askeri kapasitesinin kalıcı biçimde zayıflayıp zayıflamayacağı. Bu durumun, Moskova’nın Orta Asya üzerindeki güvenlik rolünü yeniden tanımlamasına yol açabileceği belirtildi.
İkincisi, Çin’in bölgedeki ekonomik varlığının siyasi nüfuza dönüşüp dönüşmeyeceği. Analize göre, Pekin şu aşamada “ekonomik derinleşme, siyasi temkin” stratejisini sürdürse de bu dengenin uzun vadede korunmasının zor olabileceği ifade edildi.
Üçüncüsü ise Batı’nın Orta Asya’ya yönelik angajmanının söylem düzeyinde mi kalacağı, yoksa somut altyapı ve finansman projeleriyle desteklenip desteklenmeyeceği. Analiz, bu sorunun cevabının Orta Koridor’un geleceğini de belirleyeceğini kaydetti.
Sonuç: Çok kutuplu bir sıkışma alanı
Analiz, “Orta Asya’nın giderek daha fazla çok kutuplu bir rekabet alanına dönüştüğü” sonucuna vardı. Bölge ülkelerinin kısa vadede bu rekabetten manevra alanı ve ekonomik kazanç elde edebileceği, ancak uzun vadede büyük güçler arasındaki gerilimin artmasının istikrarsızlık riskini büyütebileceği ifade edildi.
Analize göre Orta Asya, ne Rusya’dan kopabilecek ne de tamamen Çin ya da Batı eksenine kayabilecek durumda. Bu nedenle bölgenin geleceği, denge siyaseti, sınırlı özerklik ve kırılgan ittifaklar üzerine kurulu bir yol haritası izleyecek.