İsrail'in 'son güvence' hava savunma sistemi fiilen sona erdi

img
İsrail'in 'son güvence' hava savunma sistemi fiilen sona erdi YDH

''Hayberşiken, Arrow-3’ü vurmadı; Arrow-3’ün var olma nedenini ortadan kaldırdı. Spartak gibi platformlar ise bu yeni caydırıcılığın sahada korunmasını ve sürekliliğini güvence altına aldı.''




YDH- Aşağıdaki analiz, Hayberşiken aeroballistik füzelerinin Arrow-3 merkezli İsrail balistik savunma mimarisini vurulmadan işlevsizleştirerek ABD-İsrail’in teknoloji ve elektronik harp temelli doktrinini çökerttiğini tartışıyor. İran’ın GNSS’siz, kapalı devre seyrüsefer ve görev-odaklı füze tahsisi sayesinde savunma sürdürülebilirliğini kıran yapısal bir askerî üstünlük kurduğunu vurgulayan analiz, nihayetinde, İsrail’in “dokunulmazlık” mitinin çöktüğünü ve Ortadoğu’da güç dengesinin İran lehine, kalıcı biçimde değiştiğini gözler önüne seriyor.

Ortadoğu’da askerî güç dengesi, uzun yıllar boyunca İsrail’in teknoloji-merkezli savunma mimarisi etrafında şekillendi. Arrow, David’s Sling, Patriot ve çok katmanlı erken uyarı sistemleri; İsrail’i yalnızca fiilen değil, algısal olarak da dokunulmaz kıldı. Bu dokunulmazlık, caydırıcılığın temeliydi. Ancak 2025 yazında yaşanan 12 günlük çatışma, bu mimarinin artık stratejik bir efsaneden ibaret olduğunu ortaya koydu. Bu kırılmanın merkezinde ise İran’ın Hayberşiken aeroballistik füze serisi yer aldı.

Bu algısal ve operasyonel dokunulmazlık anlatısının fiilen sona ermesinin en somut ve en kritik delili ise İsrail savunma mimarisinin tepe noktasında yer alan Arrow-3 sistemi oldu; zira bu sistem, yalnızca bir önleyici değil, söz konusu stratejik efsanenin kurumsallaşmış hâlini temsil ediyordu.

Arrow-3, İsrail balistik füze savunma mimarisinin yalnızca teknik bir bileşeni değil; stratejik bir anlatının, hatta bir ulusal güvenlik mitinin merkezindeydi. Bu sistem, Arrow-2, David’s Sling ve Patriot katmanlarının üzerinde konumlanmış, İsrail’e “son çember” hissini veren, ekzo-atmosferik önleme yeteneğine sahip nihai güvence olarak kurgulanmıştı. Doktrin şöyle özetlenebilir: “Ne kadar güçlü ve uzun menzilli olursa olsun, hiçbir balistik tehdit İsrail hava sahasına ulaşamaz.”

Bu varsayım üç temel ön kabule dayanıyordu:

1- Tehditlerin saf balistik yörünge izleyeceği,

2- Orta uçuş safhasında öngörülebilir ve sensör-merkezli olarak takip edilebilir olacağı,

3- Elektronik harp, uzay tabanlı erken uyarı ve GNSS manipülasyonu ile ‘yumuşak öldürme’nin mümkün olduğu.

Arrow-3’ün “yenilmezliği” tam da bu üçlü varsayımın üst üste binmesiyle oluşan bir algıydı. İsrail savunma planlamasında Arrow-3, yalnızca bir önleyici değil; zaman kazandıran, karar alma baskısını azaltan ve sivil nüfusa mutlak koruma hissi veren bir stratejik amortisör işlevi görüyordu. İşte tam da bu nedenle Arrow-3’ün işlevsizleşmesi, salt askerî bir kayıp değil; stratejik dokunulmazlık algısının çöküşü anlamına geliyor.

 

Arrow-3’ün yenilgisi: Vurulmadan devre dışı bırakılan sistem

Arrow-3 hiçbir zaman sıradan bir önleyici olmadı. İsrail için Arrow-3, en üst savunma katmanı, “son güvence” ve stratejik dokunulmazlık hissinin sembolüydü. Hayberşiken bu sistemi doğrudan vurmadı; çok daha yıkıcı bir şey yaptı: Arrow-3’ün çalışabileceği fizik rejimini ortadan kaldırdı.

Hayberşiken'in bastırılmış yörüngesi, alçak apoj profili ve erken atmosferik girişi, Arrow-3’ün ekzo-atmosferik angajman varsayımını geçersiz kıldı. Yani Hayberşiken'in savaş başlığı, Arrow-3 angajman zarfına girdiğinde zaten atmosfer içindeydi. Arrow-3 ise bu koşullarda çalışamaz. Dolayısıyla bu bir teknik arıza değil; bir tür tasarım yenilgisidir. 

Daha iyi ifade edecek olursak, Hayberşiken’in başlığı, Arrow-3’ün tasarlandığı ekzo-atmosferik (uzay içi) önleme koşullarına hiç girmeden, erken atmosferik safhada manevra yaparak Arrow-3’ü konsept düzeyinde devre dışı bırakmıştır.

Sonuç olarak Arrow-3, İsrail savunma zincirinde işlevsizleşmiş; yük Arrow-2, David’s Sling ve Patriot PAC-3 gibi alt katmanlara binmiştir. Bu katmanlar ise Hayberşiken'in manevralı terminal profili karşısında önleyici tüketim krizine sürüklenmiştir. 12 Günlük Savaş'ta olan tam da buydu: İsrail hava savunması sürdürülebilirliğini kaybetti.

İşte tam da bu noktada Arrow-3’ün “son güvence” olma vasfı fiilen sona eriyor.

Savunma mimarisi yukarıdan aşağıya doğru çöküyor; yük Arrow-2, David’s Sling ve Patriot PAC-3 gibi alt katmanlara biniyor.

Bu sistemler ise Hayberşiken'in rastgele kaçınma manevraları ve terminal safhadaki yörünge düzeltmeleri karşısında önleyici tüketimi krizine sürükleniyor. Sonuç ise, savunmanın sürdürülebilirliğinin ortadan kalkması oluyor.

 

Spoofing çağının sonu: Elektronik üstünlük çöktü

ABD-İsrail balistik savunma anlayışı, uzun yıllardır elektronik harp merkezliydi. Bilindiği üzere, uzun menzilli balistik füzeler, GNSS güncellemesine ihtiyaç duyar; bu da spoofing ve jamming yoluyla isabetlerinin bozulabileceği anlamına gelir. Nisan 2024’te Edmad füzeleri üzerinde bu yöntem kısmen işe yaradı. Ancak Hayberşiken bu defteri de tamamen kapattı.

Hayberşiken, fırlatmadan çarpma anına kadar harici hiçbir sinyale ihtiyaç duymayan, fiber optik jiroskop (FOG) tabanlı kapalı devre atalet seyrüsefer sistemiyle çalışır. Bu, ABD-İsrail elektronik harp kapasitesini “yetersiz” değil, konsept olarak geçersiz kılar. Spoofing yapılacak bir sinyal yoktur. Jamming uygulanacak bir kanal yoktur. Elektronik üstünlük, balistik denklemden silinmiştir.

Bu gelişme, yalnızca İsrail için değil, ABD için de alarm vericidir. Çünkü bu, Batı’nın son 30 yılda inşa ettiği “soft-kill ağırlıklı savunma paradigmasının” sert gerçeklik karşısında çöktüğünü göstermektedir.

 

Yapısal caydırıcılığın son uzantısı: Spartak MRAP

Hayberşiken'in önemi yalnızca Arrow-3’ü devre dışı bırakmasında değil; İran’ın modern savaş anlayışında ulaştığı yapısal olgunlukta yatıyor. Hayberşiken, İran’ın balistik alanda “öğrenen ve uyarlayan” bir aktör hâline geldiğini göstermiştir.

Hız-isabet dengesi bilinçli biçimde ayrıştırılmış; İmad gibi çok yüksek terminal hızlı füzeler savunma stoklarını tüketmek için, Hayberşiken 1 ve 2 ise yüksek değerli hedefleri hassas biçimde vurmak için kullanılmıştır. Bu, ilkel salvo mantığının ötesinde, görev-odaklı füze tahsisi demektir.

Bu doktrinin kara boyutundaki tamamlayıcı unsurlardan biri ise, çoğu zaman göz ardı edilen ancak yapısal açıdan kritik öneme sahip olan Spartak MRAP platformlarının İran envanterine girmesidir. İlk bakışta balistik füze anlatısıyla doğrudan ilişkili görünmeyen bu araçlar, aslında İran’ın asimetrik ve yüksek değerli varlıklarını koruma stratejisinin parçasıdır.

Spartak, Rus yapımı, STANAG 4569 Seviye 3 balistik koruma ve Seviye 2a/2b mayın koruması sunan, V-şekilli monokok gövdeli bir MRAP’tır. 6–8 kg TNT eşdeğeri patlamalara dayanabilen bu platform, özellikle sınır birlikleri ve özel görev unsurları için tasarlanmıştır.

İran’ın Spartak’ı tercih etmesi, iki açıdan anlamlı: 

Birincisi, yerli AMRP Toufan ile karşılaştırıldığında Spartak’ın daha kompakt, şehir içi manevraya daha uygun ve kritik bölgelerde daha yüksek balistik direnç sunmasıdır.

İkincisi ve daha önemlisi, Spartak alımı, İran-Rusya askerî-teknik ilişkilerinin pragmatik ve hedefli niteliğini göstermektedir.

İran, her alanda mutlak yerli üretim ısrarı yerine, operasyonel boşlukları hızlı ve güvenilir biçimde kapatacak platformları tedarik etmeyi tercih etmektedir.

Bu yaklaşım, Hayberşiken doktriniyle de örtüşüyor.

İran, balistik alanda en ileri teknolojiyi kendi geliştirirken; kara unsurlarında, özellikle personel koruma ve iç güvenlik bağlamında, kanıtlanmış ve düşük riskli çözümleri envantere katmaktadır. Bu, kaynakların rasyonel tahsisi anlamına gelir. Füze rampalarının, üretim tesislerinin ve kritik personelin korunması; sabotaj, pusu ve sınır ötesi sızma girişimlerine karşı dayanıklılık sağlar.

Böylece balistik caydırıcılık yalnızca “vurabilme” değil, sürdürülebilir biçimde var olabilme kapasitesine dönüşür.

Son tahlilde, Hayberşiken serisi ile Spartak gibi platformların aynı stratejik resimde buluşması tesadüf değildir. İran, yüksek teknolojili, sofistike ve dış sinyallere kapalı sistemlerle üst düzey caydırıcılık üretirken; kara düzeyinde daha az görünür ama hayati önemdeki unsurları koruyarak bu caydırıcılığı operasyonel sürekliliğe bağlamaktadır.

Bu aşamadan sonra İran, İsrail’i doğrudan imha etmekten ziyade, savunma kapasitesini nefessiz bırakan bir baskı rejimi altına almıştır; katmanları zorlayan, stokları eriten ve karar sürelerini felç eden bir askerî boğma manevrası işletmektedir.

Hayberşiken ve Spartak gibi sistemler, İsrail’i tekil bir darbeyle değil, sürekli tehdit altında tutulan kırılgan bir savunma pozisyonuna mahkûm ederek stratejik inisiyatifi Tahran’a devretmiştir.

Bugün İsrail, karşısında “vurur mu?” diye sorulacak bir aktör değil, ne zaman, nerede ve hangi yoğunlukta vuracağını dikte eden bir askerî irade bulmaktadır. 

Arrow-3’ün çöküşü, yalnızca bir savunma sisteminin başarısızlığı değil; İran’ın bu çok katmanlı ve bilinçli stratejisinin karşısında, İsrail’in teknoloji-merkezli güvenlik anlatısının kırılganlığının ortaya çıkışıdır. Bu da köşeye sıkışmış bir savunma devletinin en tehlikeli zayıflığıdır.

Bu noktadan sonra soru, ''İran vurabilir mi?'' değildir zira bu soru artık geçersizdir.

Asıl soru şudur: İran vurduğunda karşı taraf neyi, ne kadar süreyle savunabilir? Bugün bunu şöyle yanıtlayabiliriz: Çok az şeyi, çok kısa bir süreyle.