Taliban ve Suriyeli cihatçılar: Dal, kökten neden koptu?

img
Taliban ve Suriyeli cihatçılar: Dal, kökten neden koptu? YDH

"HTŞ'nin el-Kaide'den ayrıldığını duyurmasına rağmen cihatçı düşünceyi benimsemesi, Heyet'in geçen yıl 8 Aralık'ta Şam'da iktidara gelmesini destekleyen devletler için gizli bir durum değildi."




YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Abdulmunim el-İsa, kökleri aynı ideolojik zemine dayansa da Taliban ve Suriye'deki cihatçı yapıların (özellikle HTŞ) neden farklı siyasi rotalar izlediğini inceliyor. Taliban'ın 11 Eylül travması ve Batı karşıtı katı duruşu nedeniyle uluslararası baskı altında kaldığı, buna karşın HTŞ'nin jeopolitik konumu ve Batı projeleriyle uyumu sayesinde geniş bir diplomatik manevra alanı bulduğu vurgulanıyor. El-İsa, HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani'nin (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) iktidarını korumak adına İsrail saldırıları karşısında sessiz kalmayı tercih ettiğini ve bu pragmatizmin, "dalın kökten" (Suriye kolunun Taliban modelinden) kopuşunun temel göstergesi olduğunu belirtiyor.

Amerika'nın Afganistan'daki başarısızlığı, dini metinleri çatışma ve galibiyet merceğinden yeniden şekillendiren ve "kalkınmayı" modern sosyolojinin kavramlarından kopuşta arayan "Cihatçı Selefilik" düşüncesini benimsemiş İslam akımlarını yeniden canlandırdı.

Bunun en belirgin şahidi, Taliban hareketinin Ağustos 2021'de Afganistan'da yönetime geri dönmesiydi. Bu olay Çin, Çeçenistan ve Orta Doğu'daki pek çok kişinin hayal gücünü ateşledi. Özellikle de Amerikan çekilme sahnesi, yaklaşık yirmi yılını Amerikan ordularıyla çalışarak geçirenlerin sürüklendiği "acıklı akıbeti" gözler önüne serdiğinde bu etki daha da arttı; zira Washington, kayda değer bir ön hazırlık olmaksızın aniden çekilmeye karar vermiş ve bu kişileri, vaktiyle karşılarında durdukları güçlerin insafına terk etmişti.

O dönemde, Kabil havaalanında Amerikan uçaklarına tutunanların görüntüleri, "cihatçı kadrajı" sonuna kadar genişletti. Şüphesiz bu durum, söz konusu hareketlerin seferberlik ruhunu körüklemeye ve projelerine ivme kazandırmaya yetti.

Oysa 11 Eylül olaylarının ardından New York'ta başlayan ve cihatçı akımlar üzerinde "kemikleri kıracak" raddeye varan uluslararası baskı nedeniyle, bu ivmenin yeniden kazanılmasının çok uzun süreceği düşünülüyordu.

Bu bağlamda, İdlib'de hüküm süren ve "Cihatçı Selefilik" düşüncesini benimsemeyi sürdürmekle birlikte el-Kaide örgütünden ayrıldığını ilan eden Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), "Afgan hadisesidnen" o dönemde ilham alan ilk hareketlerden biri oldu.

Ağustos 2021 sonlarında yayınlanan görüntülerde, HTŞ kadrolarının Taliban'ın yönetime dönüşünü kutlamak için İdlib sokaklarını dolaştığı görüldü.

Ardından Heyet, "Afgan halkını bu apaçık fetih ve büyük zaferden dolayı" tebrik eden bir bildiri yayınladı. Açıklamada, "Suriye direnişinin bu onurlu direniş ve cihat modellerinden ilham aldığı" belirtilerek, "yüce Afgan halkının işgalcileri bozguna uğratırken çizdiği yolda ilerleme" sözü verildi.

HTŞ'nin el-Kaide'den ayrıldığını duyurmasına rağmen cihatçı düşünceyi benimsemesi, Heyet'in geçen yıl 8 Aralık'ta Şam'da iktidara gelmesini destekleyen devletler için gizli bir durum değildi.

Fakat, Şam'daki son Amerikan Büyükelçisi Robert Ford'dan CIA eski Direktörü David Petraeus'a kadar pek çok eski Batılı yetkilinin itiraflarında görüldüğü üzere, bahisler bu "grubun" karmaşık Suriye sosyal yapısına uyum sağlama yeteneği üzerine oynandı. Zira grup, altmış yılı aşkın süredir iktidarı azınlıklara kaptırmış olan Sünni çoğunluğa mensuptu.

Ayrıca bu çevreler, HTŞ'nin iktidara gelmesini destekleyen uluslararası aktörlerin koyduğu şartları karşılama ihtimaline de güvendi.

Bu bahislerden yola çıkarak Batı'da, HTŞ'nin yükseliş koşullarının, onu Taliban'ın izlediği yoldan tamamen farklı bir davranış sergilemeye zorlayacağı yaklaşımı hakim oldu; nitekim Taliban, Amerikan varlığını işgal olarak tanımlama ve buna direnmeyi gücü yeten herkese "farz-ı ayın" sayma ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmıştı.

Yukarıdakilere ek olarak, Heyet Tahrir eş-Şam, 11 Eylül olaylarının yarattığı derin "psikolojik travma" ile doğrudan bağlantılı değildir.

Oysa Taliban kendini bu travmanın "rehinesi" olarak bulmuş ve bu sürecin içinde, söz konusu olaya yol açan saikleri büyük ölçüde "anlayışla" karşılama eğilimi göstermişti. Hatta hareket, bedeli ne olursa olsun Amerika'nın diktelerine meydan okuma noktasına kadar gitmiş, bu da nihayetinde "cihatçı" alanda hakim olan pek çok kavram ve terimi tersyüz etmesine olanak tanımıştı.

Aynı şekilde, coğrafi konumdan tarihsel bağlara ve toplumsal mirasa kadar birçok faktör, her iki ülkede de bir "cihatçı otorite" bulunmasına rağmen, Batı'nın Suriye ve Afganistan'a yaklaşımında bir ayrışma yarattı.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Afganistan'ın jeopolitik önemi azalırken, Suriye'nin Batı için önemi "Büyük Orta Doğu" ve "Yeni Orta Doğu" projeleri nedeniyle arttı.

Suriye coğrafyası bu projelerin kalbini, hatta birbirinden pek de farkı olmayan bu iki "Orta Doğu"dan herhangi birine götürecek dönüşümlerin temel "sahnesini" oluşturuyor.

Dolayısıyla, Ahmed eş-Şaraa'nın (Ebu Muhammed el-Colani) gördüğü Batı desteği, ona Taliban'a tanınandan çok daha geniş bir manevra alanı sağlayan bir "şemsiye" sundu.

Bu bağlamda birçok Batılı çalışma, Taliban'ın 2021-2024 yılları arasında "80 ülkeyle 1382 diplomatik temas" kurduğunu ve bunların yüzde 83'ünün Çin, Türkiye ve İran ile gerçekleştiğini gösteriyor.

Buna karşılık, iktidarının birinci yılını haftalar önce tamamlayan Şaraa yönetimindeki Suriye, "1500'den fazla diplomatik temas" kaydetti ve bunların "yüzde 90'ından fazlasını" ABD, Türkiye, Katar ve Birleşik Krallık oluşturdu.

Belki de sadece bu fark bile, "Suriye cihatçılarına", kendilerini karşısında buldukları zorlukları aşma konusunda daha büyük fırsatlar sunmaya yetiyor; oysa "Afganistan cihatçıları" da benzer zorluklarla yüzleşmişti.

Taliban Özbekler ve Tacikler gibi etnik unsurları entegre etmekte zorlanırken, Şaraa da Aleviler, Dürziler ve Kürtlerle benzer bir ikilem yaşadı. Ancak temel fark, Suriye örneğinde destekleyici, Afganistan örneğinde ise baskılayıcı olan "dış boyut"ta kendini gösterdi.

Taliban siyasi taviz vermeden tecridini kırmaya çalışırken, Şaraa, Güney Suriye'yi ihlal eden ve Şam'ı bir taş atımı mesafeye kadar tehdit eden İsrail "taşkınlığı" karşısında eli kolu, hatta dili bağlı göründü.

Bu konudaki "sözün bittiği yer" ise "ülkenin savaşla bitkin düştüğü" gerekçesiydi. Mevcut güç dengesi, bu suskunluk eylemini "altın" değerinden "elmas" değerine yükseltmeye yetiyordu; zira bu eylem, sadece "cihatçı çekirdeği" değil, neredeyse tüm ülkeyi sarsan fırtınaların ortasında o çekirdeğin hayatta kalmasını garanti altına alıyordu.

Çeviri: YDH