Başbakan Erdoğan’ın İsrail gezisi

Başbakan Erdoğan, İsrail’i “devlet terörü” yapmakla suçlamış, Siyonist yetkililere randevu vermemişti. İki taraf arasındaki bu siyasî soğukluktan kimileri umuda kapılmış, kimileri de kaygılanmıştı.

Siyonist rejimin 2000 yılından beri gerçekleştirdiği insanlık dışı cinayetler, “Ortadoğu Barışı” denen ABD güdümlü planı öldürürken, bu rejimi de uluslar arası camiada yalnızlığa itmişti.

 

Öte yandan Siyonistlerin Kuzey Irak üzerinden Kürt meselesine yönelmesi, Türkiye İsrail ilişkilerini “stratejik ittifak” düzeyine taşıyan Genelkurmayı da rahatsız etmişti. 2000 yılı sonlarından 2005 yılı başlarına kadar İsrail’e karşı hem içeride hem de dışarıda oluşan bu olumsuz hava, Türkiye İsrail ilişkilerinin zaman zaman gerilim yaşamasına sebep olmuştu.

 

Başbakan Erdoğan, İsrail’i “devlet terörü” yapmakla suçlamış, Siyonist yetkililere randevu vermemişti. İki taraf arasındaki bu siyasî soğukluktan kimileri umuda kapılmış, kimileri de kaygılanmıştı.

 

İlişkilerin soğumasından kaygı duyanlar AKP ve Başbakan Erdoğan’ı “Milli Görüş” çizgisinde bir dış politika izlemekle suçlarken, umuda kapılanlar da AKP’yi ulusal çıkarları gözeten bağımsız bir dış politika izlediği için takdir etmişti.

 

Fakat aslında Türkiye İsrail ilişkileri, tıpkı ABD ile ilişkiler gibi hükümetlere göre değiştirilemeyecek bir niteliğe sahipti ve AKP iktidarının ilk iki yılı içerisinde yaşanan birtakım olumsuz gelişmelere rağmen son derece iyi gidiyordu. Bu açıdan Erdoğan’ın 1 Mayıs ziyareti, sadece bir siyasî ayar olmaktaydı.

 

Türk İsrail ilişkilerinin AKP dönemindeki kimi siyasî sorunlara rağmen son derece iyi olduğu, İsrail Büyükelçisinin ortaya koyduğu somut verilerden de açıkça görülmekteydi.

 

İsrail’in Türkiye Büyükelçisi Pinhas Avivi, Türkiye İsrail arasında yaşanan son gerginlikleri, “aileler arası” değil, "aile içi" bir tartışma olarak nitelemekteydi.[1]

 

Avivi, bu tartışmanın sürdüğü yılın, aslında ikili ilişkiler açısından en iyi yıl olduğunu belirtmekte ve iki taraf arasındaki ticaretin, savunma sanayi işbirliği hariç olmak üzere 2 milyar doları aştığını söylemekteydi. Bu rakamlara bakıldığında İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin Rusya ve Hindistan’la olan ilişkilerinden daha büyük olduğu sonucu çıkmaktaydı.

 

Çünkü Avivi’nin verdiği rakamlara göre sadece 2004-2005 yılı itibariyle Türkiye ile İsrail arasındaki karşılıklı ticaret 1.4 milyar dolardan 2 milyar doların üzerine çıkmıştı. Hâlbuki İsrail’in Rusya ile olan ticaret hacmi 1 milyar dolardı.

 

Türk İsrail ilişkilerinin en gerilimli dönemde bile çok yüksek bir düzeyde bulunduğu, Erdoğan’ın İsrail ziyaretinde gündeme gelen savunma sanayi anlaşmalarından da belli oluyordu.

 

Erdoğan’ın ziyareti öncesinde İsrail’le 800 milyon dolarlık bir ilişki hacminin görüşüleceği belirtilmekteydi; fakat ziyaretin hemen ardından 3 Mayıs 2005 tarihli Milliyet gazetesinin haberine göre, bu ziyaret sonrasında söz konusu edilen rakam, 1 milyar doları aşmıştı.

 

Esasen, Erdoğan’ın ziyareti, zaten sürdürülmekte olan görüşmelerin siyasî protokol kısmını oluşturuyordu. Bununla birlikte Erdoğan’ın ziyaretinde ikili ilişkilerde son derece önemli adımlar da atıldı.

 

İsrail’le Ankara arasında doğrudan telefon hattının kurulması, sınaî araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde işbirliği anlaşmasının imzalanması, 2004 Mayıs’ında durdurulan M-6 tanklarının modernizasyonunun sürdürülmesi ve askıya alınan ödemelerin İsrail’in IMI firmasına ödenmesi, Arrow-2 ve Popeye-2 füzelerinin ortak üretimi, 30 adet F-4 Phantom uçağının modernizasyonu, Harpy adlı insansız saldırı uçaklarının alımı gibi hususlar, Erdoğan’ın 1 Mayıs 2005’te gerçekleştirdiği gezinin sonuçları olarak dikkat çekiyordu.

 

AKP’liler, iç kamuoyuna ziyaretin eksenini İsrail-Filistin meselesi olarak ortaya koymuşlardı. AKP’lilere göre Başbakan Erdoğan’ın İsrail gezisi ile Türkiye, İsrail’le olan iyi ilişkilerini kullanarak Filistin sorununun çözümüne katkı sunmayı amaçlıyordu.

 

Bunun ne kadar boş ve çocuk kandırmaya dönük bir izah olduğu Erdoğan’ın gezisinin daha ilk gününde ortaya çıktı. Çünkü daha ziyaretin ilk gününde, Türkiye’nin İsrail-Filistin meselesi ile ilgili hiçbir sürece dâhil edilmek istenmediği, İsrail tarafından net bir şekilde ortaya kondu.

 

İsrail Dışişleri bakanı Silvan Şalom, Türkiye'nin Filistinlilerle arabuluculuğuna karşı olduğunu açıklayarak: “Buna karşılık Türkiye, ekonomik ve insanî alanlarda Filistinlilere yardım edebilir” demekteydi.

 

İsrail, açıkça Türkiye’yi Filistin meselesine karıştırmak istememekte ve Ankara ile olan ilişkilerini kendine özgü stratejik bağlamı içerisinde geliştirmek ve bu ilişki üzerinden Ortadoğu sorununda kozu elinde bulundurmak istemekteydi.

 

Kaldı ki zaten Türkiye’nin İsrail-Filistin meselesinde ortaya koyduğu resmî tutumun, -Filistinlilerin yararına olmasını da bir tarafa bırakalım- objektif anlamda da hiçbir özgün tarafı bulunmamaktaydı.

 

Zira Erdoğan: “Sayın Abbas’ın Filistin’de elinin güçlendirilmesi gerekir. Elinin güçlü olması lazım ki silahlı hareketlere karşı bir otorite kurabilsin" diyerek, Filistin sorununu bir terör sorunu olarak algıladığını ortaya koyuyordu.

 

Buna karşılık Şaron da: "Ben kendisini çok iyi tanıyorum. Niyetinin barış olduğuna eminim; ancak söze değil eyleme bakmak zorundayım. Abbas'ın terörü durdurmaya yetecek gücü yok" diye cevap vermişti.

 

Filistin sorununun İsrail’in güvenliği ile ilgili bir “terör sorunu” olduğu tezi, Beyrut kasabı Şaron’un 11 Eylül’den sonra ABD’deki yandaşları olan Yeni Muhafazakârlar aracılığı ile dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı bir tezdi.

 

Başbakan Erdoğan’ın yukarıda nakledilen sözüyle ortaya konan Türkiye’nin Filistin sorununa yönelik bu yaklaşımının, özü itibariyle İsrail’in temel yaklaşımıyla farklı bir yanı bulunmamaktaydı.

 

Nitekim Başbakan Erdoğan’ın bu söylemi, Siyonistleri öylesine memnun etmiş ve şaşırtmış olmalı ki Şaron: “Barış yolundaki çabaların güçlendirilmesi çerçevesinde Sayın Erdoğan’ın yetenek ve tecrübesinden yararlanmayı düşünüyorum. Önerilerinden ve tutumundan çok etkilendim” demişti.

 

Yüzyıllar boyunca Filistin’deki tüm dinî kesimleri âdil bir şekilde idare etmiş Osmanlı tarihsel vizyonuna sahip bir ülkenin başbakanı, bu söylemiyle Filistin sorunu konusunda Şaron’un tezleriyle mi “Ortadoğu Barışı”na katkı sunacaktı?

 

İsrail ziyaretini “barış süreci” ile açıklamaya çalışan Türk yetkililer, İsrail’in Batı Şeria’dan çekilmesine, Kudüs’ün statüsüne ve Filistin mülteci sorununa ilişkin hiçbir yaklaşımı bu ziyarette gündeme getirmediler. Hâlbuki barış meselesinin en önemli ve en çözümsüz sorunları bunlardı.

 

Türkiye, Erdoğan’ın İsrail ziyaretine bir de Filistin ziyareti ekleyerek, zahiren bu ziyareti dengelemeye çalışmıştı. Fakat bu ikili ziyaretlerden İsrail’e bir milyarı aşkın ticaret çıkarken, Filistin’in hissesine Osmanlı tapu belgeleriyle Filistin polisi için dikilen 25 bin üniforma düşmüştü.

 

İşte AKP liderliğindeki Türk dış politikasının Ortadoğu vizyonu bu.



[1] 1 Mayıs 2005 Milliyet, Semih İdiz’le yapılan röportaj



Makaleler

Güncel